shylock bilindiği üzere william shakespeare'in venedik tacirinde arz-ı endam eden genel de soğanın kabukları ile yetinip cücüğünü pas geçenlerce bolca boklanan ve hatta belasını bulduğu denilen bir karakterdir.

soğanın kabuğu ile yetinen eşekler bununla yetinsin. biz cücüğü sevenlere ve cücük için ödenen bedeli ödemeyi kabul edenlerle devam edelim.

efendim bu shylock denilen karakter herkesin sureti haktan gözükp, sevimli olduğu ama söyle bir tırnakla kazındığında yamuk olduğu bir devirde yaşamış bir kişidir. kendisi varolan şartların ona sunmuş olduğu yaşam alanında ayakta duran ve şartları zekası ile varolan bir kimsedir.

sistem ona tefecilikten başka bir sanş vermemektedir ve tefeci olduğu için hep hor görülür. en ufak birşeyde kalabalığın zorbalığı onu günah keçisi yapar.

ama o kelimlerini içine atarak bay kimse olarak yaşar. mecburi silik kimseyi oynar. çünkü kahramanlık aptallar içindir.

sadece kızını düşünür ki onun iyi olmasını ister. gelgelim ki eğlence düşkünü şapsal venediklilerinin büyüsüne kapılan kızı bohçasını alarak venediklere kaçar.

gerisi malumunuzdur.

peki olması gerekeni yapan azimle çalışan damla damla sabırla kapumbağa hızıyla yürüyen insanlar neden niçin demoglar ve zübükler tarafından hak ile yeksan edilir?

neden niçin olmasını gereken yapan kişileri elbirliği ile raydan çıkartma seferleri düzenlenilir?

raydan çıkartma seferleri başarısız oldukça daha şiddetli baskıya alınır bu kişiler?

?

bence nasıl ki huzuru ve mutluluğu hiç bir zaman tadamamış kişiler kendileri huzurlu ve mutlu olamadıklarından dolayı huzurlu mutluluğu yaşamış kişilerin sahip olduklarını bozarak kendilerini tatmin etmeleri gibi işte bu kişiyi bozarak kendilerine benzetmeye çalışırlar.

ne yazık ki başarılıda olurlar. çünkü en zeki insan bile şapsalların yanında dura dura şapşallaştığı gibi yavşak olmayan kişi yavşakların pressleri karşısında yavşaklaşabiliyor.

ama shylock geri dönülmez biçimde servetini içinde bulunduğu cemaati kaybettikten sonray aşayan ölüye dönüşmüştü.

gerçek hayat bizi ezer ve ok eder. saf şekilde hissetlerimizi, düşüncelerimizi ve hatta kişiliğimizin üzerinden silindir gibi geçerek toprağa gömer ve bizi o toprağa gömdüğümüz şeylerin başında bir mezar taşıymış gibi yaşamaya daha doğrusu yaşamamaya mahkum eder.

bu hepimizin başında gelmiştir, gelecektir ve geliyor olabilir.

ammavelakin bu kayıp demek değildir gün olur ki birden sanki soğuk bir hücrede kış vakti uzanan tomurcuklu bahar dalı misali bir mucize olur ve herşey aslına rücu eder kanunu münasabetiyle tekrardan kendimiz oluruz daha doğrusu olabiliriz. - yoksa oldu mu?-

lafı fazla uzatmak istemiyorum ama her zaman ucağı havada tutmakda fayda vardır. kaybedilecek birşey yoktur zaten kaybedilecek şeyler kaybedilmiştir ama kazanma ihtimali vardır.

tek gereken şey, ne pahasına olursa olsun uçağı havada tutabilmektir.

yazımı bir anna ahmatova şiiri ile bitiyorum;

'taş bir sözcük düştü parçalandı
henüz yaşayan göğsümde.
zararı yok, ben zaten hazırdım.
gelirim bunun da üstesinden.
başımda işim çok bugün:
belleği sonuna değin öldürmek gerek,
taşlaşması gerek ruhun
ve yaşamayı yeniden öğrenmek.
işte... yazın hışırdayan sıcak soluğu
bayram gibi sarıyor pencereyi.
ben çoktan sezmiştim bu
aydınlık günü ve boş evi.''