sevgili z,

sana cevap vermeye bu kadar geciktiğim için özür dilerim. her an fırsatını kolluyordum bunun. senin yazıklarını birine okuturken veya bir alıntı yaparken en basitinden, diyorum ki, bu adam var ya bu adam. çok solcu ha. böyle amca oğlumu över gibi.

mesela;

"kızılı denemediysen dene phoebe, ben severim. haşa! yanlış anlayasın diye demiyorum bunları, okudum onca da aşık falan değilim sana (aşık olmadığım çok oluyor) parmağını incitsen saçlarını okşarım da ne o tarafa uğrarım, ne çağırırım seni. bizimki işte biliyorsun kunduralar aynalı..."

eskiden z, bana "sence hayat güzel mi?" diye sorduklarında "bu fotoğrafta güzel çıkmış" diyordum. hani ferhat'a sormuşlar. "uğruna dağlar deldiğin şirin bu mu" diye. size ne a.q koyim demiş ferhat da. hayat da böyle bişey. size ne a.q? nasıl etrafından dolaşsam da konuyu oraya getirmesem diye düşünüyorum. ama ben, bilirsin işte z, bu işin sonunda haklı çıkabilmeyi umuyorum; mapus yatmadım, serbest piyasada her allah'ın günü vicdanımı siktiriyorum. bundan kime ne? fakat z, günün sonunda güzel şeyler oluyor mesela. adımımı dışarıya attığımın daha ilk saniyesinde aklımda olan tek şey onun yanına gitmek oluyor. buna aşk mı diyorlar? sen de bilir misin sanki z? kutsal bildiğim ne varsa; ki bunların arasında çocukken tırmandığım ağaçlar, ranzama tırmandığım merdiven, kısacası beni göğe yaklaştıran, yıldızların gizleriyle beni alıkoyan, en küçük atomdan en büyük ılıncık yıldızına kadar herşey üzerine yemin ederim ki, bu oluyor kafamdaki tek şey. bu dallanıp budaklanıyor sonra. esmer şeker mi kullansam çayımda z? adil ticareti destekleyen kafeteryalara mı otursam?

solcuların ahiretinde beni solcuların cehennemine gömecekler. karayollarına önem vermeliyiz yoldaşım z. trenler komünist işidir.

kahve çekirdeklerini kavuran bir zenci benim annem! zengin beyazlar içsin diye. ve kardeşim z, benim kardeşim kadınların en yakın arkadaşını yerkürenin bilmem hangi sikim kilometresi altından çıkaran bir güney afrikalı. avutuyorum kendimi z. avutuyorum kendimi z. duble yol yapmışlar. üstünde 160 yapıyorum. trenler komünist işidir.

aziz kardeşim z,

insanın kendini beğenmişliği ile dalga geçen bu dünyada midyeye limon sıkıcılığı, kaldırımdan yürüyücülüğü ve hayal emlakçılığı yaptım. aşık da oldum z. yazılar da yazdım. kim şahit olacaksa olsun, kızlar beni sevdiler. ben bunu hiç bir zaman anlayamadım. tek saniye bile. ve aşk denilen şeye, cips paketinden çıkmış birşey muamelesi yapmışız bugüne kadar. kırpıp kırpıp kelime yapmışız, insanlar yolda okusunlar diye. ne ayıp etmişiz biz. abi, caulfield, piyanist ernie için ne diyordu? ben ernie kadar güzel çalsam, gider bir kenefe kapanır orada çalardım.

ben ernie kadar güzel piyano çalamıyorum ama kimileyin, etrafta bir kenef olsa da oraya kapansam diyorum. geri çekildim, yoksa writer's block dedikleri kova sapına bir bahane mi bulmaya çalışıyorum ama bu böyle z. yazamıyorum. ve dediğin üzere bu kez felaketimi değil, suskunluğumu yaşıyorum. gökyüzüne saçlarım değsin istiyorum. bunu monaco prensesi bile biliyor artık.

şimdi biraz sen sırtla beni z. kızlardan bahset. buralara çiçekler filan açın açsın. şuraya bi havuz koyalım. kameriye filan çatalım. biraz keyif yapalım. biraz umutlanalım lan. kim bilebilir ki geleceği? hangi süpermenmiş o? çünkü z, cennetle cehennemin kapıları bitişiktir ve aynıdır. - nikos kazancakis.

ve z,

sosyalist ülkelerde tramvaylar genç kızları ezmez. bunu biliyorum.

wearewinningdontforget
22 nisan 2012 - kuzey izmir

"önümde ölüm ve sürekli kölelik bulunduğuna göre, yıldızların gizlerini araştırma zahmetine neden gireyim"

anaksimenes

sen gerizekalının tekisin anaksimenes

wearewinningdontforget
sevgili z,

ann druyan'ın kocası öldüğünde ona sorarlar: "kocanız son anında bir iman taşıyarak gitti mi?" adamcağız elbette ve sadece evreni daha iyi anlamaya çalıştığından, ateist olarak tanınıyordu. bayan druyan, kocasının son ana kadar ölümden sonra bir yaşama inanmadığından emin olduğunu söyledi. kocasına göre, öldükten sonra bir zaman sevdiklerinle tekrar beraber olma inanışı iyi niyetli, umutlu bir dilekten başka birşey değildi. keşke öyle birşey olsaydı. böylelikle ann druyan ve kocası ikisinden birisinin ölmesi halinde birbirlerini bir daha asla ama asla (asla dedik ya ulen) göremeyeceklerinin bilinci içinde yaşamdan keyif çıkarmanın yoluna baktılar, kocası myelodizplazya denilen bir hastalık yüzünden ölene kadar. yazması çok zor. çektiği acıları sen düşün.

bu hayatı dolu dolu yaşamaya yönelik bakış açısı, tek saniyenin bile gözlerinden uyku akmasına rağmen gecenin yarısını da geçmeye hırslanmış bir şekide bir şeyler yazmaya çalışan dizi paralanmış sokakta büyümüş son şehir çocuklarında da görülebilir z. daha az uyursan daha çok yaşarsın. daha çok kuş sesi duyarsın mesela. daha çok deniz kokusu çekersin. daha çok gevrek (simit)- peynir - çay demektir daha az uyumak. melodika çalmak mesela. bu nedenle z, az uyumak daha çok çizgifilm izlemektir. uyuyanlar rüya görür. sorarım sana z, sence bizim daha çok rüya görmeye ihtiyacımız var mı?

z, bir düşündüm de, neticede ekonomik bir sistemi düpedüz romantizme dönüştüren şu şairler yok mu? ah onlar ne güzel sosyalist olmuşlar. yani dünyanın en güzel kelimelerini bil, yine de serbest piyasa ekonomisinden bir aşk şiiri çıkara bilir misin? güzel olabilir mi benim gelinim bir banka genel merkezi kadar? velhasılkelam, bir kadının bir isyan bayrağı kadar güzel olması meselesi işte. tüm yollar buraya çıkıyor. dönüp dolaşıyorsun. uykusuz kalıyorsun. uyumayayım, şu dünyaya bir kelime daha yazayım diyorsun. tüm yollar anadan gayrı bir kadından ilham almaya çıkıyor bir sosyalist için. güzel gökdelenlere kalem kuşanıp, kelime döşenemiyorsun.

büyük mükellefler vergi dairesi. yazıyor. eşşek kadar harflerle. o şiirlerin başlığı böyle. ya bizim şiirlerimiz?

mesela, yazılmamış bir şiirin başlığını atayım sana.

"ah kızım devrim"

mesela yazılmamış bir şiir de yazayım şuraya nacizane

ah kızım devrim
uyuma
uyuma da gör
eskimiş ayları kırpıp
yıldız yapmıyorlar

biladerim z,

son şiir kitabımdan tamı tamına 620 ruble ve biraz itibar kazandım. mektubumla beraber size kazandığım bu paranın 300 rublesini gönderiyorum. tabii ki nakit olarak değil. iliştirdiğim tahvil kağıdını, çarşıda nargile tütünü, eşarp türü şeyler satan vasili krishişev'den bozdurabilirsiniz. yayınevi sahibi istanbullu yahudi bir aileden. büyükada'da beraber büyüdükleri bay krishişev'i iyi tanır. haberi var. umarım bu miktar düğününüz için birkaç sandalye daha fazla kiralamanıza yardımcı olur. hanımefendi kardeşime tüm devrimci selamlarımı iletmeme lütfen izin verin.

kalplerimizle
we
sevgili z;

kafam yine uçup gitti, deryalara daldım ve çıkamıyorum adeta. kıvırmadan söyleyeyim, aradın, açmadım, üstelik iki keresinde de telefonun çalışını sonuna dek dinledim. dilim tutuldu sanki ve kafamdan hızla akıp giden onca şeyin arasında kekelerim diye korktum, cevap veremedim. en azından aramızda böyle şeylerin lafı olmaz hukukuna dayanarak yaptım bunu. o telefonu elime bile alamadım z.

yeni kız; şu bildiğim kız mı yoksa değil mi ne bileyim ama en son dediğin bir kız vardı zaten, ismini sordum, söylemedin, sonra ben tahmin ettim, ikinci denemede ismi tutturdum hani. ismi güzel dedim, sen değil dedin. eğer öyleyse yeni bir kız olamaz bu. biraz daha eskicesi. ve tarifsiz yanı yok diyorsun ve çok haklısın; bana göre kimsenin de yoktur. bizim altuğ hoca yı bile tarif edebiliyoruz, en azından bir alex değil diyoruz ve bunu söyleyebilmemiz bile tarifsiz olmayışının bir sonucu. ve saçını sarıya boyamış evet, hangi sarı olduğunu bilseymişsin iyiymiş. saçının sarısına takıldın mı bilmem; fakat ben de ziyadesiyle yavuz çetin i çok dinlerdim, cherokee diye bir şarkısında adam tatlı tatlı nasıl güzel anlatırdı, kısa ve öz.

kafamın içi düpedüz gürültüyle dolu, mektubuna cevap verebilmeyi bırak konuşamıyorum bile. konuşmaya kalksam ağzımdan böğürtüler çıkacak gibi geliyor. eskiden sevdiğim şarkılar vardı, dinlediğimden bir şey anlayabilsem hala da var olacaklar. sen benim eski hallerimi bilmezsin, nasıl darmadağın olup tekrar tekrar nasıl dağılırdım bilmezsin. sağda solda bohemlikten nasıl ölüp geberdiğimi. mesela eskiden sakarya da takılırdım, sonra bestekar a takıldım bir iki, önce sokakta, sonra mekanlara girdim çıktım, heykel kız vardı, orda burda heykel olup dururdu, en son dostun önünde olmuştu, onun gittiği mekanları tespit eder, sabahında still'e anlatır manyak gibi gülerdik, ama sonra evde oturmaya başladım, o arada neler oldu hatırlamıyorum. evde oturuyorduk işte, o sıralar still de bunu yapıyordu sanırım. sen beni anı toplayıcısı diye tarif ederdin dimi, toplayacak bir şey bulamıyorum z, ne zamandır toplayacak bir şey bulamıyorum. biraz soğudum z. yabancıladım senin deyiminle. still der ki, bizim havamız mevsimlere bağlıdır. ne ergenlik diyebilirsin, biz derdik ki z, ergenlik bir dönem değil bir akımdır ergen olmanın yaşı yoktur. ve önümüzde sonbahar var. biraz sakinleyeyim ben seni ararım. sen bana ara ara yaz yine.
sevgili z,

arthur miller, "bir kadını anlamak istiyorsan, onu öyküye dönüştür" demişti. bu bana üniversitenin ilk yılında tanıştığım bir kızın bana doğum günümde aldığı susanna tamarro kitabını hatırlattı. kitabın adını unuttum. ama bir erkeğin ağzından anlatıyordu. ben hiçbir zaman bir kadının bir erkeğin yerine birşeyler anlatabileceğine inanmadım. kitabı da okumadım. benim için tek olay sappho'dur. o da ziyadesiyle lezbiyendir. edebiyat kadına yapılır. arthur miller'ın marilyn monroe'ya çakmışlığı vardır. (cok afedersin)

bu yaz, yoldaş z, kalbi kırık bir erkeğin yapabileceği bütün hayvanlıkları yaptıktan ve öz de dahil olmak uzere bütün hayranlıkları yıktıktan sonra, bir kaç hafta önce, kartpostal koleksiyonum arasında arthur miller'ın kartpostalını gördüm. evime gelmiştim. kitaplığım birkaç aydır dağınıktı. hayatımda göstermediğim özeni kitaplığıma hep göstermiştim. ama artık dağılmıştı çünkü her birinden birkaç sayfa okuyor sonra br köşeye atıyordum kitabı. salingerler dahil. sonra birileri onu bulup kitaplıkta rastgele bir yere koyuyordu. hayatımda hiçbir donem kitapların yardım çağrısına bu kadar sessiz kalmamıştım. sadece sabahattin ali okudum son üç ayda. onu da kime soylesen dogaldır der. genç werther bile. bir de nöroloji okuyan bir kızı kafalamak için oliver sacks'tan bir kaç hatırlatma yapmak zorunda kaldım kendime. onun dışında hep alkol ve yakıştırır mısın bilmem ama başka şeylerle iştigal ettim. her sabah işe geç kalıyor, haftada bir izmir'in tuhaf mahallelerine gidiyordum. ama simdi iyiyim z, still'e de söyle. o da merak etmiştir. ben kimyagerim ben. 2007 yılında hatırı sayılır miktarda cıva buharına maruz kaldım ben. bana bisey olmaz.

her neyse, dağınık kitaplığımı toparlarken kartpostal koleksiyonum elime geçti. arthur miller'a orada tekrar rastladım iste. küçük bir çocukken kazandıklarımı kaybetmek istemediğimi hatırladım. ve yazmak gerekiyordu yeniden. ben iran'da guzel kadınları görunce onların hep denize akan tatlı su gibi olduklarını düşünüyordum. aynı sekilde, ben yazmadıkca bu yeteneğim boşa gidecekmiş gibi gelmeye başladı.

sevgili z, yeteneğinin farkına vardığın andan itibaren onu kötülük icin kullanıyorsun. bunu bir daha yapmayalım. bir yeteneğimiz varsa, insanlar böyle düşünüyorsa, bunu iyilik icin kullanalım. bir daha yıldızları kullanarak etek indirmeyelim. bir daha salinger'den pasajlar geçerek kaçar gibi çıkmayalım yataktan. ve bunu defalarca yapmayalim. insanın biraz kendine saygısı olur be yoldaş. iyi insanlar olalım yeniden. bizim tanrı'ya veya aşka filan yeniden inandırılmaya ihtiyacımız yok. iyiliğe biraz inansak yeniden yeter be z. yeminle yeter.

ama z, ambulansa yol verince iyilik yapmış sayılmazsın. ambulansı takip edip hastanın yakınına bir sigara ikram edince iyilik yapmış olursun.

kalplerimizle,
we
26.08.2012
karsı kıyı