sevgili kendim,

sen bu satırları, ileriki bir zamanda, bu anı hatırlamaya çalışacağını hissetmek için yazdın. bugüne yıllarca görmediğin dayının evinde, yıllarca görmediğin kuzenlerinle uyandın. ne kadar büyüdüklerini düşündün. ve senin de, önce büyümeye, sonra vaktiyle ve haliyle yaşlanmaya kayıtsız kalamayacağını düşündün.
günlerin ne kadar çabuk geçtiğini, bir hatırlatmadan sonra, olaylı güneş tutulmasının 4. yıl dönümü olduğunu düşündün. öğrencilik ne iyiydi bea dedin.
bu satırları cadddeden gelen "zafer direnen emekçinin olacak" sloganları arasında yazdın.
yazarken, o ileriki zamanda günün geleceğini, devranın döneceğini, kimsenin hiçbir kimseye hala hesap vermemiş olacağını düşündün. düşündün, direnmenin 20 kilo kömür karşılığında kaybedilmiş onlarca sonuçla bağlandığını.
sen bu satırları yazarken, bunlar zaten senelerdir böyle de, sen mi yeni farkettin, yoksa, yeni mi boka döndü ayırdedemiyorsun.
aslında hiçbir umudunun kalmadığını bildiğin, gördüğün, kimse duymasın diye sessizce kendi kulağına fısıldadığın ilk ve gerçek andır bunları yazdığın an sevgili kendim.
sevgili kendim,
sen burda yokken, ileriki bir zamandayken şimdi, tekel hala direnmiyor.
burdayken sen, bu zamanda, bilmiyorsun kendi hikayenin hazin sonunu. orda, o ileriki zamanda, bunları okuduğunda hala öğrenmemiş olmanı dilesen mi? bilmiyorum...
sevgili kendim;
bu aralar senden pek memnun değilim, haberin olsun. senin de benden memnun olmadığını seziyor ve ama bunu değiştirip seni memnun etmek için elimden bir şey gelip gelmeyeceğinden emin olamıyorum. aslına bakarsan pek üzerinde de durmuyorum; depresyondur gelir geçer. yine de seni bu aralar sıklıkla kötü sonları düşündüğün konusunda uyarmalıyım, bunu fark etmediysen diye. yok eğer farkındaysan da benim için değişecek bir şey olmayacak, seni yine de uyaracağım. geleceğe dair pek bir şeyin yokmuş gibi görünebilir, hatta şu anı da ve geçmişi bile üstelik yitirmiş gibi hissedebilirsin, fakat kötü sonları düşüneceksen bundan bir fazlasına ihtiyacın var. ne trajedi ne zafer olana, sadece bir fazla anlamsızlığa, bunu ara ara hatırla.

sezmekten bahsetmişken -arada o kadar da boş durmadığımı anlaman için (belki bir yanılsamadır bu)- croce'den anlatayım. enteresan adam bu croce, düşün 20lerin italyasında komünist olmayan bir aydın ve faşist olmayan bir hegelci, daha beter ne olabilir ki. üstelik bakanlık da yapıyor. neyse o, bilgilerin en üstününü sezgi sayıyor. uzun uzun anlatıyor, ben canını sıkmayacağım: sezgiyi duyu ve algıdan ayırıyor, biri maddi gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı olduğu diğeri henüz ifadeye dönüşmediği için. öyle öyle işlerin ardından estetiğe bağlayıveriyor, estetik bu sezgi bilgisinin en üstüymüş gibi bir şeyler. türkiye'de pek ciddiye alan olmamış ama filozof sayılıyor bu adam da. bence yıkılmış bir şairden fazlası değil; öyle diyor o çünkü: "poeta nascitur (şair şair olarak doğar) yerine daha iyisi homo nascitur poeta (her insan biraz şair olarak doğmuştur) denmeli; birinciler küçük şairler, ötekiler büyük şairler. bu nitelik ayrılığı bir nitelik ayrılığı yapıldığı için, deha kültünün, dehaya karşı boş inancın doğması mümkün olmuştur; bu arada dehanın gökten inmediği, tersine insanlığın kendisi olduğu unutulduğu için." diyor.

yazık sana kendim, hep küçük olanlarla idare ediyorsun. bana kalırsa senin yaptığın idare etmek de değil, sürdürmek belki. belki yenilmemekten bir beter denememek. evvelden yalnızlık üzerine daha serinkanlı düşünürdün, o zamana kadar kalmadığın gibi bir yalnızlığın içine düştüğünde, bunu azade olmakla algılardın. mülkün, aşkın, yerin olmadığında özgür ve yalnız sayılırsın sanardın. bak şimdi ne kadar eksikmiş, bütün bunların olmaması yetmiyormuş saf, katışıksız yalnızlığa. biraz daha fazlasına kavuştun, ne yaparsan yap bir gelecek düşünemez haldesin, şimdi ne yaptığını kimse gibi sen de bilmiyorsun, zaten bir şey yaptığını da sanmıyorum ve en tatsızı artık geçmişini de hatırlayamıyorsun pek, birkaç kareden fazlası yok. uçurum ağzı gibi de bir kimliksizlik. fark ettin mi sana keyif veren şeyler de silikleşiyor. yine de o kadar yalnız olmayabilirsin, bunun biraz daha fazlası vardır mutlaka. bence pişmanlık eklenirse bu çorbaya tam olur cehennem kazanlarında.

pişmanlığa da çare var, hayır bir gelecek çizmek için değil, ama anlamlı bile olabilir pişmanlık. yeni okudum kierkegaard: "pişmalık hayatı ilginç kılabilir" diyor. haksız sayılmaz hani, ne pişmanlıklar ve ne pişmanlık görünümlü yalnızlıklar izledik, birinden birinin ilginç olduğunu kabul etmemiz gerekecek. kierkegaard da ilginç bir adam tabii ama galiba hiç kimse de öyle çok ilginç değil ya da benim ilgimi çekmiyor.

bunu da hesaba alıyorsun umarım, hiçbir şeyin pek ilgini çekmeyişini. ne bir kadının gülümsemesi var aklında artık, ne rakı kadehinde duman, ne sevdaya düşmek, ne kavga birkaç tutam. içinde bir kurt olmadan yaşıyorsun ya en büyük avcın da odur. beni dinlemeyi düşünürsen bir şeylere ilgi duy, kazanıp kazanmamayı hiç iliştirmeden. fakat bunu ileride de yapamayacaksan kötü sonları düşünmeyi hak edecek kadarına sahip olmuşsun demektir. uzatma.

platonda da sanat bir çeşit bilgi. ya da işte o da sanatı biraz epistemoloji temelli anlıyor. ama croce'den tam ters bir yerde, kopyanın da kopyası diyor o sanata, en aşağısına koyuyor bilgilerin. bir de alman futbolcusu gibi bir adam vardı bu ekipte baumgarten ya da benzer bir ismi olacaktı. kimdir, necidir, hangi kulüpte oynar, onu da bilmiyorum, tanrı tafsiratını affetsin, un dem taufstratten.

gereklilik kipleri şimdi sana epey uzak ama diyeceklerimin bir ucu gene buraya bağlanıyor. gel, biraz anlayışlı ol bana karşı da. biraz yor kendini herhangi bir şekilde, istemesen de koş mesela ya da birkaç film izle beğenmesen de. bir kıza askıntı ol, abisi rahatsız olup dövsün seni, hırs yap, içip içip dayan kapısına, mahalleliden de bir dayak ye. ama değeceğine eminim buna, kızın çirkinliğinden emin olduğum kadar. ama her nasılsa biraz silkin, istemekle başlayacaktır bir iki şey, neyse onlar.

schopenhauer var, onun futbolcu olmadığı kesin. olsaydı emre belözoğlu gibi bir şey olurdu zaten, o da hem alman hem çirkef olunamayacağından tutmazdı. almanlar'ın görüp gördüğü en çirkef ribery, onu da fransızlar'ı aşağılamak için tuttular liglerinde herhalde. schopenhauer isteme ve tasarım olarak dünya diyor. bu kadarı fazla da istediğinde bir şey olunuyor, en azından çirkeflik mümkün ve meşru.

sevgili kendim;
bana gene çok aldırma da senden fena memnuniyetsizim, onu aklında tut. kendin de memnun değilsindir benden, ama işte yine birlikte olmak zorundayız, yapacak bir şey yok. belki işte bir kız bulursun, bir hobi falan derken sıyrılırsın bir süre benden, fakat devamı zor kendini memnun etmeden. bak etmeksizin deseydim yakışacaktı, böyle düşün biraz da.