bundan birkaç yıl önce buraya gelmemin sebebiydin. robbie fowler'dın sen. penaltıyı sırf "haksız" olduğunu bildiği için dışarı atan bir adamdan mülhemdi ismin. haksızlığa karşı bağırıp çağırmayan, vicdanı elvermediği için, gücüne gittiği için gol vuruşu yapmayan bir adam.
olaylar ilk başladığında aramıştım seni. hayatımda gece onikiden sonra aradığım ilk kişi olabilirsin. çok inanıyordum sana, senin rolüne, önemine. çünkü çok büyük bir şey olmuştu. 35 yıllık ömrümde, hayatımda ilk defa bana "halkımı seviyorum ulan" dedirten bir şey. uzun uzun konuşup anlattım sana derdimi. derdim basitti aslında, bu bir vicdan patlamasıydı ve senin de bu patlamadan nasibini almanı umuyordum. çünkü yüce usta sauron'un buyurduğu "%50"'ye en yakın isimdin benim arkadaşlarım arasında. adına "islami" kesim, akp yandaşı, başörtülüler, göbeğini kaşıyanlar, evde zorla tutulanlar, cahiller, yobazlar, onlar denilen bir kesime temas ediyordun. ben bunların hiçbirini demedim hiçbir zaman, demeyi de düşünmüyorum, onlar diye bir kavram yok zira benim hayatımda. benim için bu bahsi geçen kitle, sadece kendine gösterilenle yetinmek, buna inanmak zorunda bırakılan bir kitle. elbette kendi karar mekanizmaları da söz konusudur seçimlerinde ama hep isyan ettiğim bir şey var bu hayatta, sana sunulanlar içerisinden seçim yapmak zorundasın. neyse, konumuzu dağıtmayalım benim güzel kardeşim. senden beklentim şuydu; bilmeyenlere bildir. benim hayatıma değmeyecekti bu insanlar ama sana yakınlardı. annendi belki o insan, babandı, eşindi. bilmeyenlere bildir dedim sevgili robi, çünkü ortada gizlenen bir zulüm vardı ve senin "vicdanına" inanıyordum.

istersen konuya baştan başlayalım. 31 mayıs günü iş yerinde öğrendim olayları. polis, ağaç nöbeti tutan insanlara saldırmıştı sabaha karşı. en klasik savaş taktiğidir, şafakta saldırırsın, herkes yorgunken. sonra insanlar toplanmaya başladı. toplananlara da saldırdı polis. gazetecileri hedef alarak ateş ettiler, milletvekillerini sırtından vurdular. sonra kalabalık daha da arttı. artan kalabalık, yıllarca bize öğretilen bir kalabalık değildi. ellerinde molotov kokteyli değil cep telefonu vardı. bir çoğunun hayatında gördüğü tek kokteyl portakallı archers'dı. sonra polis onlara da saldırdı. sadece duran insanlara yani. sonra polis metroya gaz attı. sonra vali çıkıp bu normal insanlar için marjinal dedi. sonra o akşam ben de o marjinallerin arasına katıldım. ve gördüm ki, benim gibi binlerce marjinal vardı orada.hepsi, ikili üçlü gruplarla bir araya gelmiş binlerce insan...

sen olayın onuncu günü gittin parka. görmek istediğini görüp,döndün. mustafa kemal'in askerleri oradaydı, ve sen cevabını bildiğin bir soruya "hah işte, ben demedim mi" diyerek ahkam kestin. ve maalesef çokça yanıldın robi.
ben kimleri gördüğümü anlatayım; o gün iş yerinde bile ayağı kaydığı için zorla yürüdüğü sandaletiyle "inanmıyorum ya, ben de gidiyorum taksim'e" diyen gamze'yi gördüm mesela. bundan iki sene önce akp'ye oy veren ve bizi bunun doğruluğuna ikna etmeye çalışan gökhan'ı gördüm, yanıbaşımda talcidli su veriyordu insanlara. bilen vardı mesela, iş çıkışında gelmişti. son yıllarda ağzından iş dışında çok az şey duyduğum bilen. başbakanın çapulcu diye nitelendirdiği kitlede, ilk gün yanımda olanların hepsinin kalbur üstü şirketlerde müdür olduğunu söylediğimde bunun bir nevi beyaz türk isyanı olduğunu da düşünebilirsin. ama bu isyan ilk gün de söylediğim şeydi, bir vicdan patlamasıydı. artık yeter demekti bu. başbakanın kimliğinde toplanmış bir "anti iktidar" yürüyüşüydü. asli görevi iş yapmak olan bir kurum olan devletin hükmetme gafletine düşmesine karşı bir çığlıktı bu. delikanlı tavırlarından bıkılıp usanılan bir insanın raconlarına "ne var lan ne var" demekti. bunu yaparken de , mustafa kemal'in askeri, ergenekoncu, ülkücü, fenerli, beşiktaşlı, pkk'li, yönetmen ya da antikapitalist müslüman olmaktan öte temel bir şey olmaya ihtiyaç vardı, insan olmaya. inan bana benim güzel kardeşim, oradaki herkes önce insandı. sana sonradan anlatılan hikayelere inanma, bana inan. manipülasyonlara kanma, bana inan. yüreğinle dinle beni ne olur. parmağa bakma, parmağın işaret ettiğine bak. orada hep "iyi insanlar" vardı benim kalbi temiz kardeşim. sana anlatanlar orada değildi. kafanı sözlüklerden çıkar ve o sevdiğim gözünü aç ne olur.

insanlar öldü robi. gencecik, güzel insanlar. polis hedef alarak ateş etti robi. katletmek için, öl-dür-mek için robi. aklım, yüreğim, ciğerim almıyor bunu. beynim patlıyor, kanım çekiliyor, ciğerim yanıyor. bu vicdansızlığa, bu süregiden "ben ben ben" tavrına ses çıkarılmamasını anlamıyorum. ben yaparım olurcu tavrı anlamıyorum.

olayın üzerinden geçen onca gün sonunda oraya amerikan ajanları da girebilir, israilliler de, faiz lobisi de. ancak hiçbiri olayın özünü değiştirmez. kalabalıklar başbakan konuştukça, polis müdahale ettikçe artıyorsa bunda dış mihrak aramak ya akıl ya vicdan ya da ahlak noksanlığı gerektirir. bu hareketi memet ali alabora yapmadı robi, şebnem sönmez yapmadı, zeki demirkubuz, ihsan eliaçık da yapmadı. onlar da vardı, samimidirler,değillerdir, yorum yapamam, nihayetinde kimsenin kalbini bilemezsin. ama bu hareketi ben yaptım robi. başbakanın muhatabı benim. ben isyan ettim. ben otoriteye başkaldırdım. yaş otuzbeşken, bundan bir evvelki yazısında "her şey geçer" diyen bir adam. yüreğim elvermedi diyorum. biliyor musun o duyguyu?

mahallende bir kabadayının sana her gün "buradan yürü" dediğini düşün. oradan yürüdüğünde "burnunu kaşıma lan" dediğini. diyelim sen yapıyorsun ama mahmut yapmıyor. kabadayının mahmut'u her gün dövdüğünü düşün robi. gözünün önünde hem de. yardakçıları da olsun bu serseri tayfasının, "abi bak şu yaptı" diyen. sen üst kattan komşusu olduğun için sana karışmasın bu kabadayı. ama her gün mahmut'u, ali'yi,'ethem'i dövsün. karşı çıkanı daha da dövsün. sen ne yapardın robi? arka mahalleden jonathan'ı mı konuşurdun? gözünü kapatıp geçer miydin? yanına mı geçerdin o adamların? bir tekme de sen mi atardın yerdekine? bu mahmut da zaten yamuk yürüyordu mu derdin? zamanında bağırsaydı mı derdin? mahallenin haber kaynağı dedikoducu ayşe teyze bahsetmiyor diye öyle bir olay hiç olmadı ki mi derdin? ya da zengin mahallenin dedikoducusu bu konuyu konuşuyor diye "bak yine dedikoduya başladı" mı derdin?

yoksa, " ne yapıyorsunuz lan çocuğa" diye haykırır mıydın? mahmut'la önceden bir kavgan olsa bile bağırmanı umardım ben. çünkü benim tanıdığım sen "insan"sın her şeyden önce. haksızlığa karşı durmak yazılı kodlarında.

bu olay başladı artık robi. telefonda da söylemiştim sana, bunun adı "sosyal mutasyon". etkilerini anında göremeyeceksin belki ama değişim için tek önemli şey başlamasıdır zaten. başbakan her şeyin farkında. iktidarını yitirdiğinin farkında, son çırpınışları. sosyal bir değişim oldu. ilk günlerin romantizmiyle "fenerli ile beşiktaşlı, türkle kürt barıştı" duygularım da var hala içimde. belki azalacak bunlar zamanla. iktidarı darmadağın eden, aptallaştıran mizah da var bu değişimde. nişantaşı'nda barikat kuran şortlu kızlar da. onlar sana zulmetti zamanında, bililyorum. ama onlar uyanıyor, ne olur sen uyuma onlar gözünü açarken. ben tuncelliyim robi, dersimliyim demiyorum dikkat edersen. ben kürtüm. aleviyim. gelmiş geçmiş tüm iktidarların zulmünün muhatabıyım. benim içimde sevgi var buna rağmen. ben ülkücüleri alkışladım o gün. ben siyasete inanmadım, sen de inanma. öldürülecek bir şey varsa bu içimizdeki kindir robi. yalvarıyorum sana, gözünü aç, etrafına bir bak. kininden arın. onlar yok robi. isyan nasıl ki televizyonda olmuyorsa, inan bana sözlükte de olmuyor. kendine tekil tekil seçtiğin çeşitli düşmanlarını bir araya getirip onlar demeni sağlıklı bulmuyorum sevgili dostum. dış mihrak argümanına bu kadar çabuk kanmanı sindiremiyorum, oradaki insanları küçümseyen bir tavır çünkü bu. yıllarca politikacıların kullandığı, herkesi aptal yerine koyan "kandırılan gençlerimiz" masalına inanma. çünkü o gençler berrak bir zihne ve temiz bir kalbe sahipler.

yüz yüze konuşmayı istiyordum seninle biliyorsun. ama son günlerde yazdıklarından sonra burada kalıcı bir şey bırakmanın daha doğru olacağına kani oldum. çünkü sık sık okumanı istiyorum bu yazıyı. onlar ve biz yok robi. ben varım o eylemde. bunu hiçbir zaman unutma. atahan var o eylemde. sence bir insanı şaire göre ömrünün yarısına gelmişken, ortalamanın üzerinde bir yaşam standardına sahipken hayatında ilk kez bir eyleme götürecek dış mihrak var mıdır? sence bunu bana cnn mi yaptırdı? yekten söyleyeyim, polis yaptırdı bunu bana benim kardeşim. başbakan yaptırdı. otele sığınanlara gaz atan polis yaptırdı. adam öldürün emri veren başbakan yaptırdı. hiçbir savaşta saldırılmayan revire, metroya saldıran polis yaptırdı. diyalog safsatasıyla kendi bildiklerini insanlara anlatan, onları dinlemekten aciz bir başbakan yaptırdı. küçücük çocukları öldürmeye teşebbüs eden ve bunun için hala haklı gerekçe üretmeye çalışan insanlar yaptırdı.

insan öldürmenin gerekçesi yok robi. bu basit bir eylemdi. ağaç eylemiydi sadece. insanların parkta oturmasının şu an topluma, devlete ne gibi bir zararı var ki saldırıyor polis? bana bunu izah edebilecek bir akıl var mı? ya da "yargı kararına uyacağız" demek için, kendini yargıdan üstün gören bir çakma diktatöre boyun eğilmesi mi bekleniyor? bu cümlenin kurulabilmesi için kaç kişi öldü, kaç kişi sakatlandı ve yaralandı? görmüyor musun robi? kalbin mi tıkandı benim canım kardeşim? neden detaylarla kendini boğup gerçekten uzaklaşıyorsun? neden zulme dur demiyorsun? neden mahalle kabadayısına bağırmıyorsun robi?

devlet dediğin "güç"tür robi. halkı ezer, öldürür. yıllarca yapıldı bu. bugün de farklı bir senaryo yok. medyaya da devlete de kızmıyorum o yüzden sana kızıyorum. bu memleket canlı yayında 37 kişinin diri diri yakıldığını gördü de bu hale gelmedi, gazi mahallesinde polis şiddetinin tavan yaptığını izledi de isyan etmedi. ama devlet ve yardakçılar değişmese de insanlar ve halk değişiyor. sen bu değişimi neden hala "siz de bana bunu yaptınız, ben de haklıydım, beni de ezdiniz" gibi daha dar bir çerçeveden değerlendiriyorsun? buna kızıyorum. şu an herkes, hepimizin bundan sonra daha az ezilmesi için orada sevgilli dostum. şu an içim içimi yiyor orada olamadığım için. yüreğim yanıyor, içim sıkışıyor. kahroluyorum. polis kurşunu gazı değil de senin bir tivitin daha çok yaralıyor. "ille dostun bir fiskesi" yareliyor be robi. ne olur anla, konduramıyorum sana bu zulmün yakınında olmayı. ben en çok senden umutluyken hem de. en çok sen anlatırsın derken hem de. ne olur saçma sapan detaylarla boğuşup o güzel trabzonlu enerjini heba etme...

daha da yazarım yazmasına da, yazmak da anlamını yitiriyor be kardeş. mesele sadece ve sadece şu;

kale karşında sevgili robbie fowler, gol atmayı içine sindirebiliyor musun?
uzun uzun yazacak bir şey yok kendi adıma. kardeşimin polis için, iktidar için, devlet için söylediği her şey doğrudur. benim için söyledikleri de öyle. "ama" diyerek yumuşatacağım bir şey de yok. akp, chp, demirkubuz, kürtler, alkol, cnn... o kadar yoruldum, sinirlerim o kadar gerildi ki, yazmak zulüm geliyor.

bugün ahmet mümtaz taylan'la konuştum telefonda, "gezi..." dedim, "allah aşkına" dedi, "son yazımda yazdım, bir daha bu konu hakkında kimseyle tek kelime konuşmak istemiyorum". sesi o kadar yorgun, öylesine bıkkın geliyordu ki, kendimle konuşuyorum sandım. "o da mahvolmuş" dedim içimden, "onun da damarlarından çekmişler kanı". sırf sert bir dil kullanmıyor, uzlaşma arıyor diye bir kafasına sıkmadıkları kalmıştı adamın. kimsenin ihtiyacı yok çünkü böyle insanlara.

beynim çöplüğe dönmüş. sinirlerim yay gibi. elektiriğimi dökeyim, küfretmeyeyim diye mizaha, ironiye sığındım, yok. hepsi yalan. günlerdir yutmak zorunda kaldığım şeylerin hepsini kustum. trabzonlu olduğum için filan değil bunlar, kendimi tanıyorum, havadan geliyor bu zehir; gazdan, yalandan, şerefsizlikten, nefretten...

benim içimde tek bir kırgınlık var kardeşim, tek bir şey. ben "birisi benim boğazımı sıkıyor" dediğimde, üstelik o "birisinin" yıllarca benim etrafımda olmuş arkadaşım, komşum, şuyum buyum olduğunu söylediğimde kimsenin umrunda olmadı. "umrunda olması gereken" kimsenin umrunda olmadı. bir "kedidir kedi" yumuşaklığında geçiştirildim. bunun benim için ne demek olduğunu hiç kimse bilemeyecek. çünkü mesele benim yanılıyor olup olmamam değildi. mesele benim abartmam, yanlış anlamam, puştluk yapmam değildi. ben sadece birinin gelip, sırf bir şey boğazımı sıkıyor diye, sırf umutsuzluktan boğuluyorum diye gelip "sen de haklısın, takma kafana" demesini bekledim. bunu zaten benimle aynı derdi paylaşan dostlarımdan değil, bilhassa diğerlerinden bekledim. bazen bu kadar basittir insanın ihtiyacı. ama görmedim. şair burada sana seslenmiyor kardeşim, yanlış anlama, ama seslendiklerim de oldu. gözlerinden abartıyor olduğumu düşündüklerini okuyacak kadar hayat tecrübemin olduğu insanlar işte.

daha fazla ne diyeyim, ben bunları yazarken bile on binlerce insan twitter'da sahte fotoğraflar, yalan bilgilerle insanları galeyana getirmeye çalışıyor. şerefsizler cirit atıyor etrafta, ne diyeyim daha. yok işte, iki saattir bilgisayarın başındayım, çıkmıyor elimden bir şey, bu kadar. konuşamıyorum bile.

senden tek bir dileğim var, sakın, ama sakın bu konuları konuşmayalım. nasılsa bu da geçecek. ben gene yazarım, çizerim, uzaktan uzağa seni sinir ederim; sen gene bana kızarsın, hayal kırıklığına uğrarsın, ama lütfen bunları konuşmayalım. sadece bunları konuşmamaya ihtiyacım var. herkes bana "toplum" dedi, ben sadece "insan" demek istiyorum. derdim bana öyle yetiyor ki...