filmlerde, romanlarda çok karşımıza çıkar. kişinin vakti zamanında tavuğuna kışt derler yahut kışt bile demeye gerek duymadan damdama uçurmadan suyundan pilav yapılmaya gerek kalmayacak şekilde temize havale edilir.
kişi bu yapılanı karşı tarafa ödetmek için elinden geleni yapar. biz buna intikam diyoruz.
peki başarıya ulaşamazsa ne olur? hala kafası ona takıksa biz buna saplantı diyoruz.
tıp dilinde obsesif kompulsif bozukluk derler buna.
ama nedense buna bir hastalık derler. ama bence şu ahir ömürün çarkını döndüren bir motordur. vermiş olduğum örnekten hareket edecek olursam eğer kişi büyük bir yıkım yaşadıktan sonra o yıkımı yaşatan kişiye ödetme düşüncesi kafasında olmasaydı zor ayakta dururdu ve yaşamını devam ettirecek iradeyi gösteremezdi.
elbette bir kişiyi öldürecek kadar büyük yıkıntı yaşamak gerçek hayatta pek az rastlanan bir olgudur. ayağına bastı diye birisini öldürecek yahut süründürecek eylemler yapan kişiler ise geri zekalıdır.
bu örnekten ayrılırsak eğer yaşam denilen meleke aşağı yukarı 20 yaşına kadar kolayca geçer. daha sonra bu meleke bir alışkanlığa döner. güneş doğar ve batar, yaz biter kış başlar, kış biter yaz başlar. arada ilk baharlar olur son baharlar olur.
ilk defa yapılan şeyler insana haz verir. hem de tahmin edilemeyecek kadar büyük hazlar verir. fakat tekerür ede ede hazların marjinal faydası düşer kişnin gözleri makroluktansa minimalize şeylere takılır.
mesela diyelim ki araba kullanmayı seviyorsunuz. ilk başlarda araba olsunda ne marka ne molde olursa olsun diyorsunuz. ama her araba size keyif vermiyor. önce sadece sedan arabaları kullanarak keyif alıyorsunuz. ama o da kesmiyor bu seferde motor hacmi yüksek olan araçları seciyorsunuz. sonra üretim ülkesine seçmeye başlıyorsunuz. ondan sonra marka seçmeye markadan sonra manuel vites mi otomotik vites mi derken is seçtiğiniz markanın çeşitine tahvil olup ondan sonra ıvır zıvırlar başlıyor. işte mesela deri koltuklar, otomatik açılan camlar, direksiyondan vites vesaire gibi ıvır zıvırlar meydana geliyor bundan istediğiniz özelliklere malik olan arabadan başka bir araç kullanmak istemiyorsunuz hatta bazi vakitler ise ya hep hiç diyorsunuz.
hayatta ne istersen yapabilirsin düsturundan hareketle öyle ya da böyle elde edersiniz.
fikriyatıma göre insan hayatında ne eksik ise onu ister. hayatına gürültü eksik ise gürültü, hayatında sakinlik eksik ise sakinlik ister. bunlar çoğaltılabilir. ama yazı şisirme geleneğine gıçık olduğum için örnekleri çoğaltmayacağım.
ancak hayatındaki eksiklik tamamlandığı vakit huzura varır. bu huzur denilen kavramın birleşenleri maddi yahut manevi ayrılmaz. birbirileriyle alakasız değillerdir. çoğunlukla birlikte gelirler. biri olmazsa diğeri olmasının imkanı yoktur. dünya üzerinde ruhsuz beden yahut bendensiz ruh olmayacağı gibi.
bu suretle kişiler emellerine ulaşmak için koştururlar dururlar. bu arada zaman denilen mevhum sanki boğazlanan bir çocuğun kanı gibi ağır ağır akarken birden carçabuk geçer.
peki saplantılar olmasaydı ne olurdu? herhalde yaşamak çok boktan bir şey olurdu. viskilerin yerine geceler içilir, radyonun başında sadece kendi şarkı dinlenir. toprak altına girilmeden toprağa koyar kişi kendini, rüzgarların önünde kuru yaprak misali savrulur gider, zaten hülyasız bir ömrü yaşamanın bir anlamı var mı ola?
iş bu suretle denilebilir ki insanları sadece istatik olarak görmek isteyen tatsız tutsuz bir takım kişisel gelişimcilerin lafına kulak aşmayın. saplantılarınız neyse o sizsiniz. ama bu demek değildir ki bu hususta makul olmayın, makul olun ama bunla beraber vakur olmayı da pas geçmeyin.
kişi bu yapılanı karşı tarafa ödetmek için elinden geleni yapar. biz buna intikam diyoruz.
peki başarıya ulaşamazsa ne olur? hala kafası ona takıksa biz buna saplantı diyoruz.
tıp dilinde obsesif kompulsif bozukluk derler buna.
ama nedense buna bir hastalık derler. ama bence şu ahir ömürün çarkını döndüren bir motordur. vermiş olduğum örnekten hareket edecek olursam eğer kişi büyük bir yıkım yaşadıktan sonra o yıkımı yaşatan kişiye ödetme düşüncesi kafasında olmasaydı zor ayakta dururdu ve yaşamını devam ettirecek iradeyi gösteremezdi.
elbette bir kişiyi öldürecek kadar büyük yıkıntı yaşamak gerçek hayatta pek az rastlanan bir olgudur. ayağına bastı diye birisini öldürecek yahut süründürecek eylemler yapan kişiler ise geri zekalıdır.
bu örnekten ayrılırsak eğer yaşam denilen meleke aşağı yukarı 20 yaşına kadar kolayca geçer. daha sonra bu meleke bir alışkanlığa döner. güneş doğar ve batar, yaz biter kış başlar, kış biter yaz başlar. arada ilk baharlar olur son baharlar olur.
ilk defa yapılan şeyler insana haz verir. hem de tahmin edilemeyecek kadar büyük hazlar verir. fakat tekerür ede ede hazların marjinal faydası düşer kişnin gözleri makroluktansa minimalize şeylere takılır.
mesela diyelim ki araba kullanmayı seviyorsunuz. ilk başlarda araba olsunda ne marka ne molde olursa olsun diyorsunuz. ama her araba size keyif vermiyor. önce sadece sedan arabaları kullanarak keyif alıyorsunuz. ama o da kesmiyor bu seferde motor hacmi yüksek olan araçları seciyorsunuz. sonra üretim ülkesine seçmeye başlıyorsunuz. ondan sonra marka seçmeye markadan sonra manuel vites mi otomotik vites mi derken is seçtiğiniz markanın çeşitine tahvil olup ondan sonra ıvır zıvırlar başlıyor. işte mesela deri koltuklar, otomatik açılan camlar, direksiyondan vites vesaire gibi ıvır zıvırlar meydana geliyor bundan istediğiniz özelliklere malik olan arabadan başka bir araç kullanmak istemiyorsunuz hatta bazi vakitler ise ya hep hiç diyorsunuz.
hayatta ne istersen yapabilirsin düsturundan hareketle öyle ya da böyle elde edersiniz.
fikriyatıma göre insan hayatında ne eksik ise onu ister. hayatına gürültü eksik ise gürültü, hayatında sakinlik eksik ise sakinlik ister. bunlar çoğaltılabilir. ama yazı şisirme geleneğine gıçık olduğum için örnekleri çoğaltmayacağım.
ancak hayatındaki eksiklik tamamlandığı vakit huzura varır. bu huzur denilen kavramın birleşenleri maddi yahut manevi ayrılmaz. birbirileriyle alakasız değillerdir. çoğunlukla birlikte gelirler. biri olmazsa diğeri olmasının imkanı yoktur. dünya üzerinde ruhsuz beden yahut bendensiz ruh olmayacağı gibi.
bu suretle kişiler emellerine ulaşmak için koştururlar dururlar. bu arada zaman denilen mevhum sanki boğazlanan bir çocuğun kanı gibi ağır ağır akarken birden carçabuk geçer.
peki saplantılar olmasaydı ne olurdu? herhalde yaşamak çok boktan bir şey olurdu. viskilerin yerine geceler içilir, radyonun başında sadece kendi şarkı dinlenir. toprak altına girilmeden toprağa koyar kişi kendini, rüzgarların önünde kuru yaprak misali savrulur gider, zaten hülyasız bir ömrü yaşamanın bir anlamı var mı ola?
iş bu suretle denilebilir ki insanları sadece istatik olarak görmek isteyen tatsız tutsuz bir takım kişisel gelişimcilerin lafına kulak aşmayın. saplantılarınız neyse o sizsiniz. ama bu demek değildir ki bu hususta makul olmayın, makul olun ama bunla beraber vakur olmayı da pas geçmeyin.