*(*ukde by nevadasmith)
ilk gün henüz uyanamamıştım, bana anlattıklarını daha bilemiyordum o zaman. yarım kalmış bir şeyler olduğunu ben de seziyordum ama senin dediğin kadar değilmiş demek. midemde hafif bir kasılma var, bari bu kadar aydınlık olmasa bu oda, ilişkimizin gitgellerini düşünmek dışında bir şeye izin vermiyor gözlerimi dolduran ışık, sanırım onu da pek sağlıklı düşünemiyorum. galiba sen böyle istiyorsun, belki kafamı daha fazla bulandırmak, tercih ettiğim hayatın işlevsiz olduğu hissi uyandırmak için, belki bu kadar planlı bir eylem değil, ama eminim sen izin vermiyorsun sağlıklı düşünmeme. ışığı biraz kıssan iyiydi. tüm bağlılığımın sana olmasını istiyorsun bunu anlayabiliyorum bir parça, ama bu kadar ihtiraslı istekler beni yoruyor, sıradan masum bir kıskanma değil seninki apaçık terörizm, bedenim ve ruhum üzerindeki hakimiyetini sadece kendi meşru saydığın yollarla sağlıyorsun, farkında değilsin belki ama buradan gerçek bir sadakat ve sevgi alamazsın, bunu vermeyeceğim. ilk gün sabah; hala karışık kafam, sana ne söyleyebileceğimden emin değilim, demek ki sussam daha iyi olacak.

içeride hala aynı ışık, midem bulanıyor ve ne zamandır yemek yemediğimi hatırlıyorum, su olsa biraz keşke ve tuvalete gitmek için daha kolay bir yol bulabilir miyim? duvarlar bir şeyler anlatıyor, belki benden önce de seni tanıyanlar olmuştur, hayır eminim bundan kaç kişinin günahına girdin sen! binlerle binlerce insanı düşürdüğün tuzaklarında bir geceliğinden aylarca sürenine dek hepsinde çok başka usüller denedin, bana geldiğinde bütün bunları öğrenmiştin ve ama ne kadar inceydi ellerin, tenime her değişinde başka bir yürek çırpıntısı, iyi hatırlıyorum, usulcacık soyardın önce, sonra incecik bir çarpış.... bunları düşünmemeliyim yine de şimdi, midemdeki alt üst oluşa söz geçirmeliyim, gece daha zor geçecek ve üşüyeceğim gece yalnız kaldığımda, şimdiden kendimi hazır hissetmeliyim, ışığı biraz kıssaydın iyiydi. inan bu kadar zor gelmezdi, bana onca güzel söz, o vaatleri vermemiş olsan.

ışık değişmiyor bir türlü, bugünün üçüncü gün olduğunu nasıl biliyorum o zaman, belki bilmiyorumdur, bunu bana sen söylemiş olabilir misin, belki ufak bir hediyeyle, fısıldamışsındır kulağıma: "üç gün oldu, daha ne kadar dayanabileceksin, ağla da açıl" dudaklarının nemini hissedebiliyorum kulak mememde, gerçekten bunu sen mi söyledin, ama hayır sana dayanabildiğim kadar dayanacağım buna da, ağlamayacağım. vakarımı bozarsam bir kez, senin eline düşerim iyi biliyorum, o yüzden direneceğim. midemdeki kıvrımları hissedebiliyorum, gerçekten açım, buna rağmen yemek istemiyor canım, sanırım şartlanıyorum giderek. üç günü geride bırakmak, senin yanındaki özgürlüğümü senin içinde yaşıyorum şimdi, zorlanmadığımı söylesem inanmazsın. şimdilik bir şey söylememek daha iyi ilk konuşan ben olmayacağım.

gece yine ateşli bir sevişme yaşadık, bedenimde kasılmalar ve ağrılarla uyanıyorum, bu yorgunluğun tadını unutmuştum yıllardır. gerçi sevişen sendin benimle, ben sabahları ettiğim yemine sadık hiç cevap vermedim sana, orada yokmuşum gibi davrandım, inlemedim bile. hatta bunun bir tecavüz olduğu söylentisi yayılıyor. şimdi bunları anlayabilecek durumda değilim, midem yanıyor, ağzıma gelen sarı sular ve tuvalete bile gidecek halde değilim. sabah olduğundan bile emin değilim, taşın üzerinde uzanmaya devam ediyorum, birkaç saat daha burada kalacağım izin verirsen ve seni düşünmeyeceğim, ilişkimizi anmayacağım, senin önceliklerini, ihtiraslarını, yok edişlerini yaşamayacağım birkaç saat, uyuyabilsem. lanetinle kandırdıp ırzına geçtiklerin, ah aklımdan çıkmıyor. uyuyabilsem ya biraz, ışık, ışık gözlerimi eskisi kadar acıtmıyor, sadece midemdeki yanmayı hatırlatıyor, midem fena. farkında mısın, dört günün sonunda sana karşı hissettiğim sadece kusma hissi. ve susmak, susmak tanrısal değil biliyorum ama yine de işe yarıyor, sigara olsaydı keşke, midemi bastıracak kadar duman. duvara uzanıyorum, kotumun metal düğmesiyle adını karalıyorum, başına katil, sonuna hesap verecek yazıyorum, çektiğim acıların bin beterini sana sunmak için hazırlıyorum kendimi.

bugün beşinci gün artık eminim, zafer kazandığım bile söylenebilir, artık benim susmam için başka neden yok, süren doldu. birazdan güneşe çıkacağım, yağmurlu biliyorum hava ama bu ışığın olmadığı yeri güneşli addediyorum. birazdan gerçek insan sıcaklığıyla sarılanlar olacak, haberler alacağım. çay içip kahkahalarla sana güleceğim, işte o zaman bu dört günümü bir zafer diye kaydedeceğim. konur'daki kafeye gideriz, belki ışıl ışıl kara gözleriyle o kız da gelir, belki gözlerini de getirir, bağcıklarımı torbamdan çıkarıp ayakkabıya geçirirken eğildiğimde bacak bacak üstüne atmış olursa kesin ince bileklerini de görürüm pantalonunun aralığında. onlara seninle yaşadıklarımızı anlatırım, sanki acı vermemişler gibi gülerek bol bol. hey hey, bugün beşinci gün sabah, savcılık ek süre vermeyecektir, bu iş burada bitiyor ben kazanıyorum, üstelik sıradan bir spor karşılaşmasından bin kere uzun bir sürede ayakta kalarak, lanet ışığınız artık bana ulaşmayacak ve o garaj kapısını aylarca görmek zorunda kalmayacağım. o ufak tefek kız da gelecek eminim şimdi, gözleri ve bilekleri yanında olacak, sigarasını yakarken bana bakıp gülümseyecek. bıyıklarımı yoldunuz, ama olsun, bıyıksız görmesi beni hiçbir şeyi değiştirmez, ben elimle kenarlarında kurumuş kan lekeleri olan ağzımı kapatıp konuşacağım. ve bu gece belki sizin uykunuzu kaçırmak için yine o kağıtları dağıtacağım, kostik var mıdır acaba hazır.
beşinci gün sabah, anahtar kapıda dönüyor, battaniyesi epeydir çiş kokan taş yataktan kalkıyorum, ayaklarım yere değdiğinde ağır bir sızı, olsun, artık çıkıyorum. işlemler için nöbetçi odası, hayır ben kazandım bu müsabakayı ve zaferimin tadını çıkaracağım, imzalamıyorum işte evraklarınızı, "imtina ediyor" diye de siz yazın, benim elim dokunmayacak hiçbir resmi yanınıza. garajdan değil, büyük giriş kapısından çıkıyoruz, demek ki bitti bu iş, artık her şey resmi beni götürebileceğiniz yer belli ve kayıtlıyım hala nüfuslarda. demek ki infaz edemeyeceksiniz. adli tıp, bunu atlatırırz kolayca, nasıl olsa ben ne anlatsam geçmeyecek raporlara, yine de gösteriyorum, yırtık gömleğimin altından yaraları.
beşinci günün sabahı, nöbetçi mahkeme, demek ki günlerden pazar, belki cumartesi, kesinlikle cumartesi, şimdi eminim parmaklarımla saydıktan sonra. gözlüklü bir yargıç, saçlarını tarayamamış, küfür gibi bakıyor bana, istediği gibi baksın, ben birazdan burada olmayacağım ve bütün o duvarlarını ona bırakıp dünyayı omuzlamış kadınımın karşısında olacağım. bak ne işe yaradı bu dört gün, artık ona ne hissettiğimi anlatacağım, kabul eder mi acaba.
hakimin karşısında da hiç küçülmedim, bu iyi oldu işte, söyleyeceklerim zaten bu kadardı, sahi o kıza bunu anlatabilir miyim, anlar beni biliyorum, gecelerce şiir okuyacağız birbirimize ve eylem alanlarında slogan attığımız ağızlarla öpüşeceğiz, kimse durduramaz beni. hakime de taviz vermedim, bu iyi oldu, şaşırdı lavuk.
derken...hakimin uykulu sesi, sanki bir tokat gibi çınlıyor beşinci günün sabahında: "tutuklanmasına..."
hey güzelim ya, erteledik bakalım çay içmeleri, hadi olsun, ulucanlar'da 13 açık mıdır acaba hala, geçen hafta...

olsun yine de biz kazandık, güldürmedik bu ipneleri...