roza
polonyalı'nın birine sormuşlar:
- sinemanızı nasıl tanımlarsınız?
- az laf çok film.

yani ben polonyalı olsaydım da bana sorsalardı büyük ihtimal böyle derdim, tabii ben polonyalı olsaydım hayatta o kadar sessiz harfi bir araya getirip cevap veremezdim. zaten ben polonyalı olmadığım için polonya sinemasıyla da en büyük sorunum bu, bir film adları var ki anam babam okuyana aşk olsun, daha bunun yönetmeninin adını öğreneceksin, sağına soluna bakacaksın, ohooo. o yüzden nerede, ne vakit adı kolay kendi kolay polonya filmi bulsam hiç kaçırmam. roza'yı ise (rose in english) kaçırmamanızı öneririm.

film epey ağır, onu baştan söyleyeyim, 32 kısım tekmili trajedi, yani şimdi karla kaplandı muhteşem görüntü, vay bahar geldi kırlar yeşillendi, ne harika, yanı sıra iyi şeyler olacak düşüncesine hiç saplanmayın, yok öyle bir şey. polonya'da iyi şeyler olmaz demiş onların ataları, onların sağ ve sol taraflarında her daim nöbet tutan diğer atalar, alman ve rus atalar. bazen burada tartışıyorum ya bu adamların sinemasını bu kadar güçlü yapan şey edebiyat gelenekleri, bu geleneğin toprağa kadar sinmiş özü diye. aslında bunun dışında bir şey var, çektikleri acılar. şimdi bizim halkımızın acılarından bahsetmeyelim, onlarınkinin yanında gerçekten bizim imparatorluk toplumumuz beyzade kalır. mesela roza'nın bedeni işte bu kadar kaba değilse de biraz da bunun metaforu, ruslar, polonyalılar, biraz daha kibarından almanlar geçiyor üstünden, kurtulduğunu düşüneceğimiz yerde de kurtulacak bir şey kalmadığını anlıyoruz. mesela o toprak, mayınlar sökülüyor, ama yeniden gömülmek üzere.

bu arada sanmayın ki polonya'yı kurtaran kızıl ordu'ya huşu gözyaşları ile bir saygı duruşudur film ya da varşova gettosu kahramanlarına övgüler yağdırmaktadır. hayır, hiç öyle değil, çok güçlü bir anti-komünist propaganda filmi de olabilirdi, eğer çekenlerin içinde biraz amerikalılık olsaydı. oysa polonyalılar komünizmden nefret ettikleri kadar tarihlerini abuk subuk hale getirmekten de nefret ediyorlar. bu yıl kısmet olaydı da gidebilseydim alabileceğim 15 ders içinde 4 tanesi polonya tarihiydi. ve şu filmi görüp anladığım kadarıyla oldukça da demokratlar bu konunun anlatımında, bir tek ruslar konusunda nesnel olamıyorlar. şöyle diyeyim, savaş sırasında kendi ülke vatandaşlarına tecavüz eden türk askerlerini gösteren film bu ülkede hangi tarihsel dönemi anlatırsa anlatsın çekilemez, gösterilemez, hatta diyelim 3 bin sene önceki uygurların tecavüzcülüğü bile gösterilemez.

filmin ağır olduğunu söylemem yanıltmasın sizi, adamların asıl büyüklüğü burada, film son derece tempolu, hikaye akıyor ve oldukça da hızlı akıyor. ancak çokça rastlandığı gibi bu hızlı akış kopukluğa da yol açmıyor. belki birkaç soru asılı kalıyordur, ama onların da o kadar büyük bir önemi yok. hikayesinin her parçasını tamamlamaya çalışan bir film değil puzzledır. bir de tabii geniş açı çekimler, garip detaylar ve acayip güzel mazurya ovaları. bir de oyuncular da yönetmen de ekip de muhteşem çalışmış.

hikayeyi biraz anlatayım, nasıl olsa kimsenin izleyeceği yok spoiler sayılmaz. mazurya savaştan sonra polonya'ya dahil olan bir protestan alman bölgesi, tarih boyunca almanlarla polonyalıların arasında gitmiş gelmiş, yarı alman, yarı polak ve çokça acılı bir bölge. işte buraya polonya'nın kurtuluşu için savaşmış bir asker bir dulu görmek için gelir, olaylar gelişir. insan olmanın güçlülüğü ve kötülüğün direnci o kadar sertçe vuruluyor ki yüzümüze, filmi izlerken ara ara kan sıçrayıp sıçramadığını anlamak için yüzünüzü siliyorsunuz mendilinizle. hem de er ryan efektleri falan olmadığı halde, yani fena halde insanlığın gücüne ve kötülüğüne bulanmış oluyorsunuz.

detaylar demişken saat taşıyan adam için bin kere tebrik ederim yönetmeni, üç kere tebessüm edebildim, ikisi o adam sayesindedir. neyse iyi film ve madem seyretmeyeceksiniz, filmde okunan kitaptan bir pasaj vereyim, çok muhteşemdi:

"...aşk, bitmemiş dayanma arzusuna ulaşmak için büyüdüğünde ya da dostluk çok güçlü olduğunda, bitecek diye korkmaya başlarsın, bu durumda sevdiğinin çocukluğuna bakarsın. şu an yetersiz ve kısa görünür. yani gelecek. yani geleceğin olmayacağını anlarsan, kazanmaya çalışırsın... geleceğin
olmayacağını anlarsan, kazanmaya çalışırsın, ilk sevinçlerini anlatmak istersin..."