persepolis
bu filmi izlediğimde coşmuştum. abime dönüp; 'hah işte sonumuz böyle olucak ne sanıyosun' dedim. yan yan güldü kızım bi git ya der gibi. film sırasında bu düşünce aklımın ucundan bile geçmemiş, çizgilerin sadeliğine, renklerine (siyah beyaz daha ne olsun), marjane'ın burnundaki benin hoşluğuna dalıp gitmiştim. konuştuğu, dua ettiği, bazen öfkelendiği tanrının; benim küçüklüğümde hayal ettiğim tasvirin aynısı olması da hoş bi duygu verdi bana.

insanın kafasında filmden sonra bi 'lan!' durumu oluyo bi iki saniye. bu 'lan durumu' nedir derseniz; malumunuz, sakız edilen kelimeler, oyuncak edilen değerler. biliyorsunuz. bu ülkeden gitmek zorunda kalsam nereye giderdim ki acaba dedim. herşey bunun gibi veya bundan farklı olarak yavaş yavaş gelişmeyecek mi, hatta gelişmiyor mu dedim. bu sanki herkesin bildiği fakat gözden kaçırdığı bir umut sarıkaya tespitiymiş gibi, büyük bişey farketmişim gibi, haha.. mutsuzluk? film değildi bunları bana düşündüren belki de. zaten bu konuda en basitçe düşünülen şeyler de herhalde benim yukarıda yazdıklarımdır. karmaşık düşünmeye değer bulmuyorum ya da aklım ermediği için bok atıyorum, bilmiyorum.

bi iki saniye sonra, 'yok canım, daha neler' deyip, gündelik hayatıma dönüyorum. kimsenin başını da ağrıtmamış oluyorum.