askerliğini jandarma olarak yapmış sosyalistlerden tut da,
parmağını hızara kaptırmış marangozu da dahil et
ve en sonunda ruhu çocuk kalmış sinyalizasyon mühendislerine kadar,
hepsinin sevdiği kadının adı illaki bir harf ile başlıyor.

bu ne müthiş!
bu ne keyif!

filistinli çocuk generallerin birinin sevdiği,
mahalleden arkadaşı mesela.
isminin ilk harfi elif.

- çavuş, sen kimyagersin dimi?
- doğrudur komtanım.
- iyi harç kararsın o zaman sen.
- inşaat işlerini severim komutanım.
- çık sami'ye yardım et.

"elime silah verip bana türkü söyleteceğinize, gönderin inşaata çalışayım" demenin en temiz yoluydu bu. o gün gidip sami'ye yardım ettim. sonra fayansları dizdim. duvar zımparaladım. günlerce beyaz beyaz öksürdüm. tuğla taşıdım. hatta anarşistlik yapıp bana gösterildiği şekilde değil, bir kaldırışta daha fazla kaldıralacak şekilde taşıdım tuğlaları. gösterildiği şekilde taşı dediler. askerliğimi binanın en üst katını yeniden inşa ederek bitirdim. hobi olarak günde iki saatimi ayırdığım nizamiye çavuşluğunu saymıyorum.

askerliğe dair hiç mi bişey yapmadık peki? yaptık. her seferinde tam bir ereksiyonla neden olan, gözlüğe rağmen 200 metreden kafaya kafaya (cansız kafa) g3 mermileri sıkmaktan tut da, oturma eylemcilerinin orantılı güç kullanarak nasıl kaldırılması gerektiğine dair tatlı tatbikatlar, on bir adet candan bir kaç gece de olsa sorumlu olmak gibi şeyler de vardı yaptıklarımın arasında.

komutan tarafından, yasadışı gösteri tatbikatı yapan arkadaşlara karşı temsili gösterici lideri olarak slogan atmakla görevlendirilmişliğim var. (genelde grevlerde atılan çok masum sloganlardı bunlar)

bunun dışında sami'yle bir yandan iş yapıp, bir yandan sohbet etmişliğim var. saatler süren bu kendine özgü sohbetler genelde sami'nin şu sözleriyle bir kaç saniyeliğine kesilir dururdu, hatırlarım: "çavuşum, kürtçe anlatsam daha kolay anlatıcam. ama bilmiyorsun." sonra konuştuğumuz konuyu türkçesi el verdiğince sade anlatmaya devam ederdi.

sami çaldıranlıydı. ilk olarak ona yavuz sultan selim diye birini duyup duymadığını sordum. duyduğunu söyledi. tahmin ediyormuş ki, padişahmış. bu padişahın, iranlılarla uzun yıllar savaştığını, en sonunda onları yendiğini anlattım ona. "benim çaldırana gitmişliğim yok ama çaldıran'ın en büyük ovasını aklına getir sami. işte savaş orada oldu. bu savaştan sonra sultan selim arabistan'a kadar yürüdü ve peygamberin hilafetini aldı."

"biz o savaştan sonra mı sınırın burasında kaldık çavuşum?"
"büyük ihtimalle."

buna sevindi mi, üzüldü mü bilmiyorum.

sami, akşam ictimadan sonra ortadan bir iki saatliğine kaybolurdu. öğrenmem bir süre aldı ki, benim aslen bir arap olan devre arkadaşım ona yazı yazmayı öğretiyormuş. koğuşun masasına çömmüş güzel yazı defterine birşeyler karalarken gördüm sami'ye. o da beni görünce defterini uzattı bana.

"çavuşum, doğru yazmış mıyım?"
"ne yazmak istedin ki?"
"lale"
"ama lolo yazıp durmuşsun koca sayfaya."
"öyle mi olmuş?"
"öyle olmuş sami."

sonra bir gün aslında tarih öğretmeni olan, fakat her nasılsa polis memuru oluvermiş devre arkadaşım, sami'ye uzaktan "sami. söyle bakalım. çaldıran savaşı?" diye seslendi. sami'ye benden başka biri daha tarih öğretmeye kalkmıştı demek. neyse ki ehil bi

sami, "1514. yavuz sultan selim" diye cevap verdi aynı mesafeden."
"aferin. kiminle?"
"safevilerle"
"safeviler?"
"şii türkler"
"biz neymişiz?"
"sünniymişiz."
"helal sana sami. benim memleketimde savaş olacak ben bilmeyeceğim ha? öğren bunları sami"

sami bunları öğrendi.

sami'ye, ayrıca, yaşıtları arabalarla fink atarken neden kendisinin sivilde veya askerde mütamadiyen fayans döşemekte olduğunu anlatır dururdum. ondan sıkılınca benim neden askerde sadece ve sadece fayans döşeyip duvar zımparalamak istediğimi anlatırdım. ara ara eroini bıraktığı konusunda pek de ikna edici olan antepli duvarcı celal bize neşelenelim diye silahlı, raconlu ve eroinli hikayelerini anlatır, 20 senelik ömrüne tüm bunları nasıl sığdırdığın düşündürürdü bize. tüm bunlar olurken beni en çok düşündüren, her tarafından jilet izleri sarkan bu çocuğun her hangi bir konuda benim fikrimi soruyor olmasıydı. "abey sen ne dersin. iyi yapmış mıyım? silahı adamın kafasına dayamakla iyi yapmış mıyım? suratını görmeliydin pezevengin. ne yapacaktım? arabanın içinden laf söylemek kolay mına koyiim. aklım başımda değil zaten"

üzerime yapışan tüm o vakur abilik ve çavuşlukla "iyi yapmışsın celal. ama biraz da kendini kontrol edebilirsen..." demiştim.

askerlik anısı anlatmak pek hoşuma gitmez. ama anlatmadan da duramam. dostum z, askerlik yapıp yapmadığımı bilmediğini arada bi yerde söylemiş. izmirlilikten ve biraz da haytalıktan olsa gerek geç gittim. hayatımda yaptığım en güzel şeylerden biri de askere gitmekti. yemin töreninde top yekün söylemeye zorlandığımız necip fazıl kısakürek'in şiirinde ağzımı oynatmak, silahıma kız ismi vermek ve ona sarılmak, inşaatçı olmam vasıtasıyla çatıya cumhuriyet tarihinin en büyük şafağını atma rekorunu kırmak (notere onaylatmadım tabi ama 30cmx80cm), helikopter alanında herkesin duyabileceği şekilde bandiera rossa'yı söylemek (asia argento gibi değil tabii ki, daha erkekçe) ve soğuk bir şubat gecesi anıra anıra ağlamak (akla kız düşümü vs. ben burada ne yapıyorum lan olayı) filan bunlar hep hayatımda yaptığım en güzel şeyler.

z, senle bir kafeye oturup çay-sigara yapsak (kullanır mısın bilmiyorum) ve bir de bunun videosunu çeksek, sundance film festivalinde jüri özel ödülünü alırız. benim aslında pek bi sikten anlamadığımı farkettiğinde yüzünde oluşacak o ifadeden ötürü alır o film o ödülü.

ama herşey bir yana,
google'de google'ı aratmak gibiydi, jandarma biz sosyalistiz diye bağırmak.
bir gün yine karakola gelen vatandaşı metal detektörle arıyorum. bacaklar, bel, sırt filan tamam da, sol kolun bileğinde bipledi gavurun icadı. kendi kendime "konti garanti kol saatidir bu kesin" diye söylendim.

adam da "yok saat değil" deyip elini çıkartıp masanın üstüne koymaz mı? "elim takma" dedi. eli masanın üstünde öyle görünce benim surat tabi parşömen gibi olmuş. adams family'nin vizyona girmesinden 20 yıl sonra filan gerçekleşiyor bu olay.

pencereden bizi izlemekte olan komutanla göz göze gelince adamcağız dün ısınmadan voleybol oynaması nedeniyle ağrıyan karnını tutarak gülmeye başladı. adam da elini yerine takıp, "geçebilir miyim?" diye sordu. normalde beden parçalarından korkmam ama öyle çat diye masaya koyulunca titretti tabi.

***

vapurdayım bi gün. şubat filan. akşam vakti iş dönüşü alsancak iskelesinden rahvan binmiş herkes, direkt olarak da içeri doluşmuş. güvertede soğukla imtihana giren bikaç bıçkın var. onlar dışında herkes içeri. baktım uzak köşede yengemin bi arkadaşı. nişanda tanışmıştık. güvertede olsak neyse, kapkara denizi izlerim. ama içeri kısımda yolculuk bitmek bilmiyor. bir de bu vapurlar hala 80'li yıllardan kalma bir iç dizayna sahip. elitlerin verdiği sıkıcı bir davette gibisiniz içeride. can sıkıntısı içinde sohbet edecek birkaç göz temasından sonra, en azından bir selamı çok görmeyeyim istedim. çok da güzel bir kız üstelik. yaklaştım, başımla selam verdim. benzer bir karşılık aldım. birkaç dakika içerisinde bayağı sohbet ediyor hale gelmiştik. hatta araya ufak tefek iki espri de karıştırmayı başarmıştım.

o gün ben vapurdan inip abimlere gidecektim. "ben de" dedim, "karşıyaka'da inip, tülin yengemlere gidicem"

"tülin?"

"tülin yengem işte."

"tülin kim?"

o kadar boş bakmıştı ve o boş bakışın içinde o denli bir şaşkınlık seziliyordu ki, bu beni "hakikaten, kim bu tülin?" diye düşünmeye bile itti hatta. sonra toparlanıp, "tülin yengem" dedim. "sen tülin yengemin arkadaşı değil misin? melek değil mi ismin?"

kız kaşlarını kaldırdı. "hayır" dedi. sanırım iki sorum için tek bir yanıttı bu.

"ben seni birisiyle karıştırdım sanırım" dedim.

"evet öyle oldu galiba"

suratımdan öyle bir ateş çıkıyordu ki, çevremizdeki birkaç insan montlarını çıkartmak zorunda kaldı. "lütfen kusura bakma" dedim.

az önceki şaşkınlığına benzer bir şaşkınlık içinde, "iyi ama sen haldun değil misin?" diye sordu son olarak.

gerizekalı, beni başkası sanmış. haldun ya, haldun tabi...

***

bikeresinde (beni yakından tanıyan) bi kız, bana "sendeki şu kızları anlayan geni alsalar seninle evlenirdim" diyene kadar bunun, deri kokulu yepyeni bir merceds kadar kıyak bir şey olduğunu sanıyordum. o andan itibaren bir mercedes almaya adadım kendimi.