cinayeti gördüm,yedinci mühür ,wim wenders ve palermo'da yüzleşme...
yeni alman sineması denince akılda ilk zuhur eden isim olan wim wenders'in hayranları da dahil pek çok izleyeni hayalkırıklığına uğratan,cannes'da yerden yere vurulan son filmi palermo'da yüzleşme'yi bütün olumsuz yargıları bende önyargıya evrilmesinler diye kulak arkası ederek hatta olur da bilinçsizce bu negatiflikten etkilenirim diye bu adamın paris texas gibi bir başyapıtı,ya da berlin üzerinde gökyüzü gibi bir filmi çekmiş usta bir yönetmen olduğunu kendime telkin edip durarak izlemeye koyuldum,dıştan gelen olumsuzluklar benden gelen olumlamalarla dengelenip şahsımda nötr bir bakış açısı oluştursun diye,başlangıçta elbet.işe yaradı mı, diyeceksiniz.evet yaradı gibi, de biraz fazla yaradı sanıyorum.öyle ki film sonrası yargım da epey nötr oldu nedense?acaba bu durum sahiden zihinsel hazırlığımın bir ürünü müydü?
neyse.
palermo'da yüzleşme iyi bir kariyerden tutun,elinin altında her daim hazır paraya,gittiği yerlerde kendisinden imza almaya can atan kadınların ilgisine kadar pek çok kişiyi tatmin edecek şeye halihazırda sahip bir fotoğrafçı olan finn'in "bir fotoğraf çektim hayatım değişti." temalı hikayesi, blow up'taki (cinayeti gördüm) thomas hemmings'inki gibi.elbette bu kadar basit değil,evet finn'in de thomas'ın da çektikleri bir fotoğrafla monotonluğu ve anlamsızlığından dertli oldukları yaşamlarında kendilerinin başrolde olduğu değişimler meydana geliyor.ancak wenders ,blow up'tan antonioni'ye durduğu saygı duruşu karşılığında biraz ben diyeyim çalıp çırpsa da siz diyin eklemeler yapsa da biraz da yedinci mühür'den katıyor bir şeyler ve son olarak wenders özütünü de ekleyerek palermo'da yüzleşme bileşimini elde ediyor.
palermo'da yüzleşme'nin blow up'la olan benzerliği daha çok baş karakterler ve yaşadıkları kimi şeyler bakımından kendini gösteriyor.özünde alt metinler çok benzeşir değil.izleyenler bilir,blow up'ta parkta rastgele çektiği bir fotoğraf yoluyla bir cinayete tanık olan ya da olduğunu sanan thomas'ın yaşadıkları üzerinden gerçeklik algısının rölatifliği vurgulanırken,palermo'da yüzleşme'de ölümün fotoğrafını çeken finn'in bu andan itibaren başına en bariz şekliyle musallat olan ölüm korkusu,ölüm düşüncesinin yaşama etkisi ,zamanın hızla ilerleyişi karşısında kaçınılmaz pasiflik ve tabi nihayetinde bu dertlerle boğuşurken yaşamın kaçırılması anlatılıyor.tam da ölümden bahsedilirken işin içine yedinci mühür'ün de dahil oluverdiğini takdir edersiniz.yedinci mühür'de haçlı seferlerinden dönen şövalye block,avrupa'yı saran vebanın binlerce insanı kırıp geçirmesinden sonra tanrı inancını sorgulamaya başlıyordu ve beklenmedik şekilde karşısına dikilen ölümle yüzleşiyordu.ancak ölümle palermo'da yüzleşip değil yüzleşmeye dek , yüzleşme anında bile ölümle yakalamaca oynayacak kadar muazzam bir korkuyu içinde taşıyan finn'in aksine block ölüme razı olmayacak kadar isyankar ve dahi ölümü satranç masasına davet edecek kadar gözüpekti.bergman tanrısal arayış sonucunda ölümün mutlaklığını vurguladığını belirtse de wenders tanrısal arayışı hesaba katmaksızın ölümle yüzleşmeyi sona saklayarak ölüm korkusu ya da tasavvurunun insan hayatındaki yerinin ve hatta öneminin altını çiziyor ki ölüm ile finn arasındaki diyalog bunun en iyi kanıtı:
sen yaşam hakkında ne bilirsin ki,diyen finn'e epey güzel bir karşılık veriyor ölüm: "ben yaşama değer veriyorum.ben olmasam yaşamınıza asla değer biçemezsiniz."
filmin derdini iyi kötü anlattığı ortada.palermo'da yüzleşme ne yerin dibine sokulacak bir film ne de göğe çıkarılıcak.*(*yargımın nötr olduğunu söylemiştim başta değil mi?)takacak çok fazla kulpum yok.campino'nun vasat oyunculuğu ve filmin konusuyla biraz ters düşen bir tempoda ilerlemesi sonucu havada kalan bazı küçük şeylerin mevcudiyeti dışında.sayfa dolusu güzelleme yazdıracak kadar avcunun içine alan bir şey de yok gelin görün ki.eski bir fotoğrafçı olan wenders'in bu icraatinin meyvelerini palermo'da yüzleşme'de de topladığını belli eden, palermo şehrinin de yadsınamaz katkılarının bulunduğu büyüleyici görsellik ve ressam flavia'nın restore ettiği, iki farklı açıdan ölümü ele alan bir ortaçağ resminin filme söyledikleri itibariyle ustalıkla yerleştirilmesi haricinde.
ha unutmadan dennis hopper'ı yeniden izlemek hoş olduysa da ölüm rolünde izlemenin pek hoş olmadığını da belirteyim. o değil, yanarım yanarım bana bu herifi hiç sevimli bir rolde izlemek nasip olmadı ona yanarım.amerikalı arkadaşım'da insanların zayıflıkları üzerinden dolap çeviren dolandırıcı ripley'di,mavi kadife'de psikopat çete lideri frank'ti, bir ölüm olarak izlemediğim kalmıştı o da oldu sonunda.tiksindim heriften resmen,halbuki çağın en iyi oyuncularından,yazık.*(*allah belanı versin wim,başın göğe erdi mi?)
wenders'in filmi michelangelo antonioni ve ingmar bergman'a ithaf ederek aslında kendisini son derece ağır bir yük altına soktuğu kesin.filmin bu iki ustaya ithaf edilmeye değer olup olmadığı ise tartışılır ancak itiraf etmeliyim ki ben bunu tartışacak kadar uzun boylu bir birikim ve donanıma sahip olmadığım düşüncesiyle herhangi bir görüş belirtmekten uzağım.eleştirmenler tartışsın,diyeceğim de yeterince tartıştıkları malum,daha fazlası 'yeter vurmayın,adam öldü'ye lafı getirecek olduğundan sanırım gereği yok.
uzun zaman sonra gelen düzeltme: yahu o zamanki nasıl bir hafıza ise easy rider'ı atlamak gibi bir eşşeklik etmişiz. oldu bir kere, ayıp oldu, affola. dennis hopper'ı sevimli rolde görmek nasip olmaz olur mu hiç, billy gibi bir herif varken. gerçi biz paçalarından karizma akan wyatt'a vurulmuştuk ya neyse.
sonuç: dennis hopper easy rider'da pek sevilesidir.
yeni alman sineması denince akılda ilk zuhur eden isim olan wim wenders'in hayranları da dahil pek çok izleyeni hayalkırıklığına uğratan,cannes'da yerden yere vurulan son filmi palermo'da yüzleşme'yi bütün olumsuz yargıları bende önyargıya evrilmesinler diye kulak arkası ederek hatta olur da bilinçsizce bu negatiflikten etkilenirim diye bu adamın paris texas gibi bir başyapıtı,ya da berlin üzerinde gökyüzü gibi bir filmi çekmiş usta bir yönetmen olduğunu kendime telkin edip durarak izlemeye koyuldum,dıştan gelen olumsuzluklar benden gelen olumlamalarla dengelenip şahsımda nötr bir bakış açısı oluştursun diye,başlangıçta elbet.işe yaradı mı, diyeceksiniz.evet yaradı gibi, de biraz fazla yaradı sanıyorum.öyle ki film sonrası yargım da epey nötr oldu nedense?acaba bu durum sahiden zihinsel hazırlığımın bir ürünü müydü?
neyse.
palermo'da yüzleşme iyi bir kariyerden tutun,elinin altında her daim hazır paraya,gittiği yerlerde kendisinden imza almaya can atan kadınların ilgisine kadar pek çok kişiyi tatmin edecek şeye halihazırda sahip bir fotoğrafçı olan finn'in "bir fotoğraf çektim hayatım değişti." temalı hikayesi, blow up'taki (cinayeti gördüm) thomas hemmings'inki gibi.elbette bu kadar basit değil,evet finn'in de thomas'ın da çektikleri bir fotoğrafla monotonluğu ve anlamsızlığından dertli oldukları yaşamlarında kendilerinin başrolde olduğu değişimler meydana geliyor.ancak wenders ,blow up'tan antonioni'ye durduğu saygı duruşu karşılığında biraz ben diyeyim çalıp çırpsa da siz diyin eklemeler yapsa da biraz da yedinci mühür'den katıyor bir şeyler ve son olarak wenders özütünü de ekleyerek palermo'da yüzleşme bileşimini elde ediyor.
palermo'da yüzleşme'nin blow up'la olan benzerliği daha çok baş karakterler ve yaşadıkları kimi şeyler bakımından kendini gösteriyor.özünde alt metinler çok benzeşir değil.izleyenler bilir,blow up'ta parkta rastgele çektiği bir fotoğraf yoluyla bir cinayete tanık olan ya da olduğunu sanan thomas'ın yaşadıkları üzerinden gerçeklik algısının rölatifliği vurgulanırken,palermo'da yüzleşme'de ölümün fotoğrafını çeken finn'in bu andan itibaren başına en bariz şekliyle musallat olan ölüm korkusu,ölüm düşüncesinin yaşama etkisi ,zamanın hızla ilerleyişi karşısında kaçınılmaz pasiflik ve tabi nihayetinde bu dertlerle boğuşurken yaşamın kaçırılması anlatılıyor.tam da ölümden bahsedilirken işin içine yedinci mühür'ün de dahil oluverdiğini takdir edersiniz.yedinci mühür'de haçlı seferlerinden dönen şövalye block,avrupa'yı saran vebanın binlerce insanı kırıp geçirmesinden sonra tanrı inancını sorgulamaya başlıyordu ve beklenmedik şekilde karşısına dikilen ölümle yüzleşiyordu.ancak ölümle palermo'da yüzleşip değil yüzleşmeye dek , yüzleşme anında bile ölümle yakalamaca oynayacak kadar muazzam bir korkuyu içinde taşıyan finn'in aksine block ölüme razı olmayacak kadar isyankar ve dahi ölümü satranç masasına davet edecek kadar gözüpekti.bergman tanrısal arayış sonucunda ölümün mutlaklığını vurguladığını belirtse de wenders tanrısal arayışı hesaba katmaksızın ölümle yüzleşmeyi sona saklayarak ölüm korkusu ya da tasavvurunun insan hayatındaki yerinin ve hatta öneminin altını çiziyor ki ölüm ile finn arasındaki diyalog bunun en iyi kanıtı:
sen yaşam hakkında ne bilirsin ki,diyen finn'e epey güzel bir karşılık veriyor ölüm: "ben yaşama değer veriyorum.ben olmasam yaşamınıza asla değer biçemezsiniz."
filmin derdini iyi kötü anlattığı ortada.palermo'da yüzleşme ne yerin dibine sokulacak bir film ne de göğe çıkarılıcak.*(*yargımın nötr olduğunu söylemiştim başta değil mi?)takacak çok fazla kulpum yok.campino'nun vasat oyunculuğu ve filmin konusuyla biraz ters düşen bir tempoda ilerlemesi sonucu havada kalan bazı küçük şeylerin mevcudiyeti dışında.sayfa dolusu güzelleme yazdıracak kadar avcunun içine alan bir şey de yok gelin görün ki.eski bir fotoğrafçı olan wenders'in bu icraatinin meyvelerini palermo'da yüzleşme'de de topladığını belli eden, palermo şehrinin de yadsınamaz katkılarının bulunduğu büyüleyici görsellik ve ressam flavia'nın restore ettiği, iki farklı açıdan ölümü ele alan bir ortaçağ resminin filme söyledikleri itibariyle ustalıkla yerleştirilmesi haricinde.
ha unutmadan dennis hopper'ı yeniden izlemek hoş olduysa da ölüm rolünde izlemenin pek hoş olmadığını da belirteyim. o değil, yanarım yanarım bana bu herifi hiç sevimli bir rolde izlemek nasip olmadı ona yanarım.amerikalı arkadaşım'da insanların zayıflıkları üzerinden dolap çeviren dolandırıcı ripley'di,mavi kadife'de psikopat çete lideri frank'ti, bir ölüm olarak izlemediğim kalmıştı o da oldu sonunda.tiksindim heriften resmen,halbuki çağın en iyi oyuncularından,yazık.*(*allah belanı versin wim,başın göğe erdi mi?)
wenders'in filmi michelangelo antonioni ve ingmar bergman'a ithaf ederek aslında kendisini son derece ağır bir yük altına soktuğu kesin.filmin bu iki ustaya ithaf edilmeye değer olup olmadığı ise tartışılır ancak itiraf etmeliyim ki ben bunu tartışacak kadar uzun boylu bir birikim ve donanıma sahip olmadığım düşüncesiyle herhangi bir görüş belirtmekten uzağım.eleştirmenler tartışsın,diyeceğim de yeterince tartıştıkları malum,daha fazlası 'yeter vurmayın,adam öldü'ye lafı getirecek olduğundan sanırım gereği yok.
uzun zaman sonra gelen düzeltme: yahu o zamanki nasıl bir hafıza ise easy rider'ı atlamak gibi bir eşşeklik etmişiz. oldu bir kere, ayıp oldu, affola. dennis hopper'ı sevimli rolde görmek nasip olmaz olur mu hiç, billy gibi bir herif varken. gerçi biz paçalarından karizma akan wyatt'a vurulmuştuk ya neyse.
sonuç: dennis hopper easy rider'da pek sevilesidir.