tamamıyle bir iç konuşma. muhattapları: köprüden önce son çıkışı geçmiş otomobilin freni, tüm şifreleri çözülüp cascavlak ortada kalmış kadın, hap yerine placebo yutarak iyileştirilmiş hastalık hastası, güneşi seven gölgede kurumuş çiçek, az bilip çok yaşayan dolce gabanna kemerli tıfıl genç...
belki kan şekerimin düşük olmasından aylaklığımın ve güneşli ama serin havanın bana sağladıklarını yapmak için yeterli enerjim yok, ayaklarım 5 kat merdiven inmek istemiyor, parmaklarımın 10x30 bir klavyede uzaklara gidebilmesi mümkünken; ve buraları başlıksız kalmasın, yazdıklarım boşa gitmesinden; bu bitmeyen girizgah, bahanesi olsun 'öylesine' , 'özensiz' , 'yeni bir şey söylemeyen' cümlelerin... kendini tekrar ediyorsun diyemesin kimse son cümleden sonra; çünkü ben de farkındayım bu yazının yine bir ramazan yazısının ayna hayali olduğunun, hangisi olduğunu siz buluverin... susayazdım!
rutin, iç savaş sonrası pencere önü çiçeği modu. odanın penceresinin süleymaniye cami'ni içine alan ufkuna bakıyorum. 'karmaşa iyidir.' demişti. 'çorbayı karıştırmassan dibi tutar' diye kikirdemişti. eyvallah! bizim çorbalar sadece karıştırılsınlar diye ocaktalar zaten. acıkıp da ne pişirmiş bu diye soran yok. çorbayı karıştırıyorum. kah kalbim kabarıyor - fallarda dediklerinden değil- coşkuya doğru; kah varoluşsal bir sıkıntıya düşüyorum.
burada dur! varoluşsal sıkıntı... angst... kimileri için postmodern depresyon sorumlusu. malum mevsim açılım mevsimi, ben nacizane buna yeni bir açılım getirdim. çünkü çok baktım pencerelerden, çokça yükseldiğim oldu ramazanlarda, çokça çadıra düştüğüm. böyle bir huzursuzluk hissettiğiniz anda, iyi hissetmiyor fakat neden olduğunu bilmiyorsanız, neyim var diye sorun, malumun ilamı, bir şey yoktur. bu halde yakınlarınızda bir ağaç , bir gökyüzü vardır muhakkak. 'onun nesi var?' diye soruyorsunuz, ağacın 24 saatlik yaşam döngüsüne kafa yoruyorsunuz. sonrası hayal gücünüz... varoluşsal sıkıntıya anlık bir terapi. anı kurtarmak önemlidir.
ben camdan dışarı bakıyorum. dikkatim,vesveselerimden dış dünyaya yöneliyor. gökyüzü çok güzel. dünyanın güneş etrafındaki seyrinden doğan açısal farklılıklar, havadaki nem oranı düşük olması...bib bik bik. işin içinde gözlerim varken tek açıklamam şu: allah'ın boyasıyla boyanmış işte! gök masmavi, bulutlar beyaz pamuk şekeri, istersem yastık olurlar, güneş rükuya eğildiğinde bulutlar pembeleşir. varolan bir güzelliğin farkında olmak ve tadına varmak çok özel bir nimet. tüm varoluşsal sıkıntıların çözümü bu algıda gizli. ama kolay değil, insanın kalp gözü nadiren açılıyor. bu hazzın kollarında hafiften sarhoşum. hissetiklerim ve aklımdan geçenlerin dahası bende saklı. derken... gözlerim karşı apartmanın balkonunda hazırladığı sofradaki tabaklara yemek koyan kadına takılıyor. iftara daha 1 saat var, demek oruç tutmuyorlar diye geçiyor aklımdan. kınıyorum kadını. hatta 'ne diye oruç tutmazsınız' cümlesi de geçiyor. vah vah, ne oldu az önceki sarhoşa?
ramazan bereketi ve rahmetiyle gelirken, bana da hep sürprizlerle gelir. o sürprizler matruşka gibidir. açarım, içinden bir boy küçüğü çıkar. gittikçe küçülür hediyelerim. en küçüğünün içinden bir duyarlılık çıkar. ala! sorunum bu müslüman duyarlılığını besleyecek kaynağı bulamamış olmam. ramazan'da ramazan'dan besleniyor. sonra güçsüzleşip, ölüyor. bu soruyu rabbime hep soruyorum: neden böyle allah'ım, biz neden bir yol üzerinde dosdoğru ilerliyemiyoruz, günde 100 defa bizi doğru yola ilet dediğimiz halde... kendi adıma sormalıyım aslında. elbet bunu başaran çok insan var. neyse... iç hesaplaşmaları içime çekip kendime bir ok daha fırlatacağım. bu duyarlılığın da işlemesinin sorunlu olduğunu anlatan kısa bir sahne:
otobüste bir adam '' ... lira eksiğim var herkes ... lira verse yet.. zor durumda kalmasam... lütfen, allah rızası... '' diyor.söylediklerini tam anlamamakla birlikte , başımı çevirip baktığımda elinde bir reçete ve çaresiz yüzünü görüyorum. o adam yanımda otursa şüphe yok elimden geleni yapacağım fakat, fakat şimdi bakın bir sürü engelim var: adamın söylediklerinde anlamadığım yerler var, pardon tekrar edermisiniz diye seslenmek gerek, ne kadar para vermem gerektiği belli olduktan sonra, otobüs ahalisinin bakışları eşliğinde sıkış sıkış taa arkaya yürü , hadi yürüdüm milletin gözü önünde gösteriş yapmış gibi olacağım. sonra, ya adam bir sömürücüyse? bu insanların birçoğu adamın ramazan günü insani duygulardan faydalanmak istediğini düşünüyor. yani iki seçenek var: ya sazan olacağım ya gösterişçi. hem kimse önemsemedi adamı, yuh! herkes ketum bir ifadeyle otobüs tıngırdatmacasında salınıyor. adamın sözleri boşlukta yitti. bir süre benim ve başka birkaç kişinin zihninde asılı kalmış olması gerçeği - adamın reçeteyle öylece kalakalmış olması gerçeğini- değiştirmiyor.
iftar iyice yaklaştı. kahraman olmak işte böyle zor ve böyle kolay. sonunu düşünmeden, aldırmadan, ve gayretle... ben pencere önü çiçeğiyim, pratiğe dönüştürelemeyen teorik bilgiyim, maalesef ki yalnız değilim.
belki kan şekerimin düşük olmasından aylaklığımın ve güneşli ama serin havanın bana sağladıklarını yapmak için yeterli enerjim yok, ayaklarım 5 kat merdiven inmek istemiyor, parmaklarımın 10x30 bir klavyede uzaklara gidebilmesi mümkünken; ve buraları başlıksız kalmasın, yazdıklarım boşa gitmesinden; bu bitmeyen girizgah, bahanesi olsun 'öylesine' , 'özensiz' , 'yeni bir şey söylemeyen' cümlelerin... kendini tekrar ediyorsun diyemesin kimse son cümleden sonra; çünkü ben de farkındayım bu yazının yine bir ramazan yazısının ayna hayali olduğunun, hangisi olduğunu siz buluverin... susayazdım!
rutin, iç savaş sonrası pencere önü çiçeği modu. odanın penceresinin süleymaniye cami'ni içine alan ufkuna bakıyorum. 'karmaşa iyidir.' demişti. 'çorbayı karıştırmassan dibi tutar' diye kikirdemişti. eyvallah! bizim çorbalar sadece karıştırılsınlar diye ocaktalar zaten. acıkıp da ne pişirmiş bu diye soran yok. çorbayı karıştırıyorum. kah kalbim kabarıyor - fallarda dediklerinden değil- coşkuya doğru; kah varoluşsal bir sıkıntıya düşüyorum.
burada dur! varoluşsal sıkıntı... angst... kimileri için postmodern depresyon sorumlusu. malum mevsim açılım mevsimi, ben nacizane buna yeni bir açılım getirdim. çünkü çok baktım pencerelerden, çokça yükseldiğim oldu ramazanlarda, çokça çadıra düştüğüm. böyle bir huzursuzluk hissettiğiniz anda, iyi hissetmiyor fakat neden olduğunu bilmiyorsanız, neyim var diye sorun, malumun ilamı, bir şey yoktur. bu halde yakınlarınızda bir ağaç , bir gökyüzü vardır muhakkak. 'onun nesi var?' diye soruyorsunuz, ağacın 24 saatlik yaşam döngüsüne kafa yoruyorsunuz. sonrası hayal gücünüz... varoluşsal sıkıntıya anlık bir terapi. anı kurtarmak önemlidir.
ben camdan dışarı bakıyorum. dikkatim,vesveselerimden dış dünyaya yöneliyor. gökyüzü çok güzel. dünyanın güneş etrafındaki seyrinden doğan açısal farklılıklar, havadaki nem oranı düşük olması...bib bik bik. işin içinde gözlerim varken tek açıklamam şu: allah'ın boyasıyla boyanmış işte! gök masmavi, bulutlar beyaz pamuk şekeri, istersem yastık olurlar, güneş rükuya eğildiğinde bulutlar pembeleşir. varolan bir güzelliğin farkında olmak ve tadına varmak çok özel bir nimet. tüm varoluşsal sıkıntıların çözümü bu algıda gizli. ama kolay değil, insanın kalp gözü nadiren açılıyor. bu hazzın kollarında hafiften sarhoşum. hissetiklerim ve aklımdan geçenlerin dahası bende saklı. derken... gözlerim karşı apartmanın balkonunda hazırladığı sofradaki tabaklara yemek koyan kadına takılıyor. iftara daha 1 saat var, demek oruç tutmuyorlar diye geçiyor aklımdan. kınıyorum kadını. hatta 'ne diye oruç tutmazsınız' cümlesi de geçiyor. vah vah, ne oldu az önceki sarhoşa?
ramazan bereketi ve rahmetiyle gelirken, bana da hep sürprizlerle gelir. o sürprizler matruşka gibidir. açarım, içinden bir boy küçüğü çıkar. gittikçe küçülür hediyelerim. en küçüğünün içinden bir duyarlılık çıkar. ala! sorunum bu müslüman duyarlılığını besleyecek kaynağı bulamamış olmam. ramazan'da ramazan'dan besleniyor. sonra güçsüzleşip, ölüyor. bu soruyu rabbime hep soruyorum: neden böyle allah'ım, biz neden bir yol üzerinde dosdoğru ilerliyemiyoruz, günde 100 defa bizi doğru yola ilet dediğimiz halde... kendi adıma sormalıyım aslında. elbet bunu başaran çok insan var. neyse... iç hesaplaşmaları içime çekip kendime bir ok daha fırlatacağım. bu duyarlılığın da işlemesinin sorunlu olduğunu anlatan kısa bir sahne:
otobüste bir adam '' ... lira eksiğim var herkes ... lira verse yet.. zor durumda kalmasam... lütfen, allah rızası... '' diyor.söylediklerini tam anlamamakla birlikte , başımı çevirip baktığımda elinde bir reçete ve çaresiz yüzünü görüyorum. o adam yanımda otursa şüphe yok elimden geleni yapacağım fakat, fakat şimdi bakın bir sürü engelim var: adamın söylediklerinde anlamadığım yerler var, pardon tekrar edermisiniz diye seslenmek gerek, ne kadar para vermem gerektiği belli olduktan sonra, otobüs ahalisinin bakışları eşliğinde sıkış sıkış taa arkaya yürü , hadi yürüdüm milletin gözü önünde gösteriş yapmış gibi olacağım. sonra, ya adam bir sömürücüyse? bu insanların birçoğu adamın ramazan günü insani duygulardan faydalanmak istediğini düşünüyor. yani iki seçenek var: ya sazan olacağım ya gösterişçi. hem kimse önemsemedi adamı, yuh! herkes ketum bir ifadeyle otobüs tıngırdatmacasında salınıyor. adamın sözleri boşlukta yitti. bir süre benim ve başka birkaç kişinin zihninde asılı kalmış olması gerçeği - adamın reçeteyle öylece kalakalmış olması gerçeğini- değiştirmiyor.
iftar iyice yaklaştı. kahraman olmak işte böyle zor ve böyle kolay. sonunu düşünmeden, aldırmadan, ve gayretle... ben pencere önü çiçeğiyim, pratiğe dönüştürelemeyen teorik bilgiyim, maalesef ki yalnız değilim.