"...ruhu arş'ın bulut basamaklarını arşın arşın adımlarken, birdenbire kaydı ayağı. naaşı başında son duasını okuyan azrail'in kucağına düştü. son nefesini verecek daha iyi bir kucak bulamayacağını düşündü. açtı ağzını, yumdu gözünü"
komşudan alınan tabağın geri verilmesi durumu. bunun için ağlayan görmedim henüz. ki büyük ihtimalle bir daha o tabağı görmeyeceksiniz. o zaman buna da ağlamak gerekir mi? tartışılabilir.

her nefsin tadacağı söylenir. ''tatmaktan'' kasıt, aslında insanın bekasına da bir gönderme. zira her nefis ölecektir denmiyor. her nefsin ölümü tatması ve ondan sonra başka bir hikayeyle devam etmesi söz konusu burada. o halde; aslolan ölümü tatmadan önce yaşanılan hayat oluyor. zira, ölümü tattıktan sonra başlayacak hikayenin ahvali de yaşamla ilintili. yani, müstakbel mefta yaşamdaki vaziyetini, öldükten sonra da sürdürecek. kimileri cennet ve cehennem olarak anlatırken, bazıları buna karma diyor. önemli olan, nefsin layık olduğu karşılığı bulacak olması.

kimileri bu yolda ölmeden önce ölmeyi tercih ederken, kimileri yaşamaktan başka birşey düşünmediler. ve bazıları bu uğurda öldürmekten de çekinmedi. oysa, biraz sabretselerdi, mukadder olan, faili olduklarının başlarına zaten gelecekti. hem o zaman, kim bilir belki, yataklarında ölemez vaziyete de bürünmeyeceklerdi. ariel şaron gibi yaşamayı ya da mahatma gandhi gibi ölmeyi tercih edenlerin dünyası burası. bunun yanında bir de ötekisi var. ve birilerine ölmekten ziyade beklemek azap veriyor. sabretmek lazım, ne de olsa sayılı gün. çabuk geçiyor.
o sene sınıfımıza yeni gelmişti. çok havalıydı. kalp çarpıntısının ne demek olduğunu bilmediğim yaşımda, onu gördüğümde, bilmediğim şeyleri keşfetmeye başlamıştım bile. ama belli etmedim hiç, eder miyim.. herkesle tek tek tanıştı. elimi sıktı. "tanıştığıma memnun oldum."

sonraki günler; küçük bakışmalar, utangaç gülümsemeler, birbirimizden silgi, kalem istemelerle geçti. artık saçlarımı örmek yerine, açık bırakıyor, süslü tokalar takıyordum. öğretmenim kızıyodu buna çoğu zaman ama, bıyık altından gülümsemeyi ihmal etmeden.. anlıyodu tabii. anlasın. erken kalkmak artık vızgeliyordu. bazı günler ikimiz de okula erkenden gelip, bahçede oturup en sevdiğimiz çizgifilmlerden bahsederdik. önce ben söylerdim, sonra o "aa evet ben de" derdi. gülüşürdük. akşamları evden arayıp, en kibar haliyle annemden beni telefona ister, ev ödevini sorardı. harfi harfine bildiğini bildiğim halde, büyük bi zevkle açıklardım.

sene sonuna doğru, bir pazartesi günü gelmedi okula. bana sordular nerde diye, öyle ya en yakın arkadaşı ben olmuştum onun. belki daha fazlası. diğer ders öğretmenim yüzü bembeyaz bi şekilde girmişti sınıfa. o gün hiçbişey olmadı. hiçbişey söylemedi. ben de akşam evden onu aramadım. en kötü ihtimal hasta olabilirdi ama, o gün aramadım işte. ertesi gün, öğretmenim bize nasıl söyleyeceği konusunda konuşmasını hazırlamış olacak ki, anlatabileceği en hafif şekilde bize onun, ailecek gittikleri bi haftasonu gezisinden dönerken trafik kazası geçirdiğini ve hayatını kaybettiğini söyledi. çok sevdiği annesini de yanında götürmüştü. herkes bir görev yerine getirircesine ağlamaya başlarken, içimi büyük bi korku kapladı. öğretmenim gelip bana sarıldığında ise, ağlamaya başlamıştım. bir yandan düşünüyordum.

neden öldü ki. biz daha küçüğüz. daha zamanı vardı onun. insanlar yaşlanınca ölmezler mi? annem bu sorularımın cevabını verememişti, verdiyse bile hatırlamıyorum. bilmediğim birçok şey keşfetmeye başlıyordum yavaş yavaş. ve ölüm, "tanıştığıma hiç memnun olmadım."
eskiden, biri için emr-i hak vaki olduğu zaman tüm mahalle, köy, kasaba ortak bir yas havasına girer, iki üç gün neşelenmek nedir unutulurdu. arada ufak düşmanlıklar olsa bile insanlar ölümün buluşturduğu davete beraberce katılırlar, zaman ölünün toprağını kuruttukça hayat normal seyrine dönerdi. çok uzun bir geçmişim olmamasına rağmen bunu benim de müşahede ettiğimi söyleyebilirim. ne var ki şehir hayatının soğuk yüzü artık ölümü de dikkatli zihinlerimizden silip götürdü.

bir cenazeye gidin. insanların tabuta nasıl boş gözlerle baktığını; kimisinin namazın bir an önce kılınıp da işine gücüne gitmesini istediğini bu yüzden sayısız kez saatine baktığını görebilirsiniz. herkesin ölümle ilişkisi hayatta takındığı tavra göre değişiyor. herkesinki farklı farklı. yoldan geçen bir cenaze arabası, tıpkı yaşayan insanların kullandığı araçlar gibi trafiğe takılabiliyor; kimse umursamıyor; durup da düşünmüyor. o cenaze arabasını gören bizler, bir an bekleyip de gözlerimizi seğirtemiyoruz.

her ne kadar eski günlerde olduğu gibi göze batmasa da ölüm her zaman galip geliyor.