"hayat bir sahne ise, en azından mizansenimiz iyi olsun," dedim, anlamadı.. gülüyordu sadece. katıla katıla gülüyordu. bir eşeğin tiyatral bir biçimde anırması gibiydi gülüşü, tiksindim ondan, onu orada öylece bırakıp çıktım odadan, kendime bir bira açtım, oturdum, ağladım. ben ağladıkça içerden kahkaha sesleri yükseliyordu. sanki içerde dane cook gösterisi vardı, sanki charlie coplin'dim o an, komik ama hüzünlü, kadar yavan, değin yayvan.. kalktım, sinirden kıpkırmızı olmuş gözlerimle ona baktım, bana baktı, bakıştık, "neden gülüyorsun," diye sordum, "mizansen," dedi, "yalnızca mizansen." sinirden gülmeye başladım; gülüşün şiddeti arttıkça bana olan bakışlarındaki değişimi hissedebiliyordum. başarmış mıydım? onun o esrik gülüşünü susturabilmiş miydim? tam olarak hatırlamıyorum, gözlerimden yaşlar gelene kadar güldüm ve ayrıldım odanın kapısından, onu orada öylece bırakıp çıktım evden..

soğuktu, tek idrak edebildiğim de buydu.. hayat büfe'den cep konyağı aldım, yürümeye devam ettim.. adeta pis gibi içerek, adeta donmak üzere olan pis bir avare gibi ısının eksilerde seyretmesine aldırmadan, kah ıslık çalarak, kah küfrler ederek, kah içerek esrik esrik yürüdüm caddede.. saatlerce yürüdüm, konyak içimi ısıtmıştı, içim içime düşmüştü; içime düşmüştün.. aradım, kapalıydı telefonu her zamanki gibi; önemsemedim.. saat gece yarısını üç dakika elli iki saniye geçiyordu, lakin ortada açık market göremiyordum, sokaklar da boştu.. ben, rüzgar ve kaldırım taşları: hepsi bu. ay dahi "aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor" modundaydı, fatal eror vermek üzere kaldırım taşlarından birine çöktüm, ipod'dan bir şarkı ayarladım, kustum.. öylesine kusmuştum ki, gözümü açtıkça kusuyordum.. şarkı dozunu arttırmıştı, müthiş bir olay! solo hızlandıkça daha da öğürüyordum resmen.. gitar dile geldikçe, benim safra kesesi ağzıma geldi: yeşil bir sıvı. şunu bilmelisin ki, gerçekten iğrenç bir tadı var sevgili okur.. sonra yavaşça doğruldum, yerdeki kusmuklara basmadan yine aynı ağırlıkla yürüme başladım; evet, konyak sevmiyordum, evet, hava eksilerde seyrediyordu ve evet, telefonu hep kapalıydı..

sıkıldım yürümekten, eve doğru hallenmeyi düşünüyordum ama önce açık bir market bulmam şarttı; elzem bir sorundu içkisizlik ve sigarasızlık.. açlığa dayanabilirdim, ama asla "açlık sanatçısı"nın düştüğü duruma gelmeyecektim, olmazdı, oldurulamazdı.. yolda açık bir büfe bulmak ümidiyle hallendim yavaştan, hava o kadar soğuktu ki, ellerim, ayaklarım ve çocuğukluğum buz tutmak üzereydi, ve evet, yılmaz erdoğan da okurdum.. buldum elbette, ne sandınız; gerekirse tüm şehri dolaşacağımı bilmiyor muydunuz? biliyordunuz elbet, bunu herkes bilir, ha? son paramı da o gece harcadım; artık param yoktu ama geceyi ve ertesi sabahı geçirecek kadar alkol ve sigaram vardı, mutluydum. anlık mutluluklar sevgili okur? anlık mutlulukların size ne yarar sağladığını düşün? siz bunu düşünürken ben de eve geleyim, biramı açayım, müzik setine iyi bir cd takayım ve içerde uyuyan yavşağa iyi bir küfür edeyim, ettim, haha, çok iyiydi küfür.. bi' an durup delirdiğimi düşündüm, sonra biramı açtım, koltuğa kıvrıldım.. ay'a ve telefonun ucunda olmasını ümid ettiğim orospu çocuğuna hala ulaşılamıyordu; ne büyük şansızlık, oysa telefonu açsa minör devrimin major aydınlanmayı nasıl etkilediğini, günlerdir okuduğum kitapları, yarınki sınavdan nasıl çakacağımı, tanrı'nın neden ve nasıl öldürüldüğünü, nietzsche'nin dahi olduğunu, kafka'nın "dönüşüm"ünü, ve böbreklerimdeki taşın nasıl da birden yokolduğunu anlatacaktım, ama kapalıydı telefonu, önemsemedim, galiba deliriyordum sevgili okur, deliriyordum..

dalmışım, müzik setinin cızırtısıyla kendime geldim; cd takılmıştı. hep takılırdı orospu çocuğu. bir gün olsun takılmasa, adam gibi çalsa, birazcık sony, bilemedin jvc taklidi yapsa devreleri yanardı sanki! o an sinirlendim müzik setine, onu kapatıp emektar bilgisayarı açtım, tek şarkı attım listeye: shine on you crazy diamond elbetteki, bilmiyor muydun bunu sevgili okur? ah, elbette biliyordun! bilmediklerin bildiklerinden azdı hakkımda, o yüzden her şeyi tahmin edebiliyordun seni .......! sonra bilgisayarın kapağı kapatıp pencerenin önündeki ortası çökmüş, kılıfları sökülmüş o emektar koltuğuma yeniden kıvrıldım sevgili okur; içerdeki tıynetsiz, gebeş, amcık sıfatlı lavuk uyuyordu ve içerideki huzurun bitmesine 1 paket kadar sigara, 5 de bira kalmıştı.. para bulunmalıydı; para önemliydi.. sigara ve alkol için para şarttı! para önemliydi anlıyor musun sevgili okur? anlıyorsun tabii; anlamaz mısın hiç.. herkes anlar paranın ne anlama geldiğini; yeni doğmuş, ciğerlerine oksijen kaçtığı için ağlayan o pembe götlü, o tatlı şirin veled de anlayacak paranın ne anlama geldiğini; çukulata diyecek, lolipop diyecek, balon, lunapark diyecek o beyaz kıçlı annesine; demeyecek mi okur, diyecek tabii, bunu sen de ben de biliyoruz, beyaz kıçlı kadının kocası da biliyor, hem bak onun telefonu açık okur, açık tutuyor o hep telefonunu; çünkü telefon açık olması için alınır zaten diğ'mi okur? konuşsana lan! sadece okuyor, başka da bir halta yaramıyorsun zaten.. hey gilmour! yaptığınız şarkıya sokayım be! tanrım, ne şarkı! biranın alkol oranında oynamalara neden olacak türden şarkı!

koltukta oturmuş pencereden beni izleyen tanrı'ya bakıyordum, oradaydı, biliyordum, beni izliyordu. o acınası, o sayrısal, o hüzünlü, o bitik halime gülüyordu pencerenin dışından, içeri gelseydi ya ey okur; ağzını burnunu kırsaydım onun.. aklıma geldi, telefonu var mıydı ki bunun? teknolojiyi seviyor muydu ki benim gibi? 28 saat açık mıydı acaba telefonu; solo 56 dakikadır sürüyor, şarkıya giremiyorlar..

sonra bir umut ile bir deneme daha yapmaya karar verdim, çünkü biram bitmiş, sigara da 2 tane kalmıştı; sikeyim, dedim! harbiden sikeyim! sigarayı ve alkolü bırakmanın zamanı değil; baksana adeta düzülüyoruz yahu..

aradım: "aradığınız kişi ananızın .mına kadar yolunuz olduğunu söylüyor" lafını duyunca şuh bir kahkaha patlattım; şarkının sesini sonuna kadar açıp açık pencereye doğru yöneldim ve haykırdım;

orospu çocuğusun cil!