''suluboyan ve lacivert duvar; takvimde notların, tozlu kitaplar
hiçbirini tanımıyor gibi sessizce bekliyorsun.
sesimi duy isterdim, sana bütün bu olan biteni anlatmak isterdim.
kapım çalınsın sen ol, isterdim
ve bir yorgunluk kahvesiyle
bana herşeyi anlat derdim''

çok tanıdık ve hiç yitmeyecek sandığım için kıymetini ölçmediğim bir ifadeyi saatlerce -anlamını artık benden saklayan- bir yüzde arar dururken farkettim: gün olur, devran döner.

mideme lokma girsin diye kaşıkla peşimden koşan el, suratıma tokat diye iniverir, hayal kırıklığı... ilk kelimemi öğreten kadın bildiğim ve inandığım herşeyi inkar ediverir. hayal kırıklığı... onu bir-iki-üç kez çiğneyip geçerim sonra dediklerinin hepsi çıkar. kendime inancım azalır. hayal kırıklığı... giriştiğim mücadelenin sonunda zaferin mutluluğunu onun gözlerinde göremezsem, hayal kırıklığı... her halükarda ben yolcu olmuştum, o hancı. benim için endişelendiğinde ona acıyacak kadar arsız, onun tüm sorunlarını çok hafif ve çözülebilir görecek kadar ukalaydım. şimdi gün geldi:

'neyin var?' sorusuna kapı çarptığım insana soruyorum: neyin var?

başını geriye atıp yalanını farkedeyim diye 'yok bir şey' diye gözlerini kaçırsa.. derdiyle dertlenmeyeyim diye beceriksizce 'kimin, benim mi?' diye inkara kalkışsa .. boyumdan büyükse sorun, bana kalmamışsa neyi olduğu, üstesinden geleceğine inandırarak ' hadi sen boşver beni' dese..

neyin var?

evet, ben dürüstlük yeminimi defalarca çiğnedim. önce utandım sonra utanmaz oldum. her seferinde soluğu kapında aldım. tüm günahları döktüm. beğenmediğim fikirlerinle yaralarımı sardım. güvenini daha çok kaybettim. ama umrundaydım. sen beni hala seviyordun ki seni hala üzüyordum. ben, neyin var diye sorduğunda cevapladım her seferinde.

neyin var?

denize karşı dertleşilmez demiştin. denize karşı oturan iki insan birbirine yalan söylüyordur. denize karşı rollerinin final sahnesini oynayamadan oyunu terketmiş iki kaçağız. neyin var diye soruyorum. yorgun ve rengini kaybetmiş yüzüne bakarak. bakışlarında yabancı ve bu yüzden korku veren bir şey var. yüzüme bakakalıyorsun. o sırada akan zaman gerçekten yere düşüyor. işte bir şarkı sözünün anlamını daha tecrübe ediyorum... yüzüme bakmaya devam ediyorsun. ta ki yutkunup pes ettiğimi anlayasın. denize dönüyorsun. ben de sorumla kalakalıyorum. hayal kırıklığı, en kötüsünden...

neyin var anne?