güzel bir gülüşün var..

yeşildi gözlerin, gülüşlerinin ışıltısı yüzüme öyle yansırdı ki, gözlerine dalmaya korkardım. hani bir gün kaybetmek korkusu yaşarım diyordun ya kulağıma en içten sesinle, işte o hale düşüşümün, senin değil benim düşüşümün titrettiği ellerime bakıyorum şu an. yaşanmışlık ya da yaşanamamışlık arasında iki ucu çıkmaz yolu yaşarken ben, sen beni kaybetmediğini düşünüp, gülüşlerini kim bilir hangi gözlerin önüme sermektesin. ve ben hangi düşüncelerin ürünü olduğunu bilmediğim bir hissiyatla, bakışlarının düştüğü gözleri tahmin edemediğin kadar kıskanmaktayım. çaresizliğin portresini titreyen ellerimle, korka korka resmediyorum. bitirdiğimde, kendime hediye edeceğim. sevinçle.

bir şarkı hediye etmiştin hani hatırlarsın biraz mırıldarsam, "al elimi kalbime bir koy, işte gerçek bu" diyordu şarkıda. işte med cezirinin sivri uçlu dalgalarını yollarken bana, ben gideceğini bile bile sesimi çıkarmadan, sana geldim. gideceğini bile bile üstelik. gülüşlerinin karşısındaki mutluluklarımın hatrına, ömür boyu taşıyacağım hatıralar besledim o anlarda. şu an bir tanesi süsleyip koydum önüme ve çalan şarkının, "ikimizde aşık bir tek farkla, benim ki senden biraz fazla" kısmında ürperdim. sahi neyle ölçülür ki aşk, senin hissettiklerinin ya da benim hissettiklerimin çok olduğunu ne belirler ki ? bu şarkıyı yolladığında dünyayı üstüme yıkmıştın halbuki bu yüzden. ne safmışım.

peki yaşadığım acıyı ne ile ölçeceğiz ? nasıl bir kaba sığdıracağım acılarımı. sen aşkını kalp şekline sokup benim önüme koyabiliyorsun, peki ben acımı nasıl bir kalıba sokacağım ? hani ellerine bir kalp koymuştum ya, ellerindeyken çatladı o bak, daha sendeki tekinin yanına koyamadan, o kısacık mesafeyi geçemeden ellerinde paramparça ettin o kalbi.

bir ışıktın demiştim sana. üstüme gelen beni heyecanlandıran, kurtaracağını inandığım bir ışıktın karanlıktaki. ama senin beni ezip geçececek bir yük kamyonu olduğunu tahmin edememiştim*(*no leaf clover). paramparçayım bak şimdi. halbuki ne de güzel gülerdin..