gizem treni,adını elvis'in aynı isimli şarkısından alan bir jim jarmusch filmi.jarmusch'un yine tesadüfleri başrole yerleştirdiği film üç epizoddan oluşuyor: far from yokohama,a ghost ve lost in space.bağımsızca bölünmüş olsa da üç epizod arasındaki bağlantı son bölümdeki kesişmeyle su yüzüne çıkıyor.üç farklı hikaye bugün daha çok alejandro gonzalez inarritu'nun filmlerinde örneği bulunan internet kurgusallığının tempolu ve karmaşık anlatımıyla değil de bağımsız ve ağır ilerlemelerle nihayete erip finalde buluşturuluyor jarmusch tarafından.*(*son derece jarmuschça,değil mi?)
ilk bölümde yokohama'dan gelen japon bir çiftin memphis maceralarını seyre koyuluyoruz.elvis-carl perkins tartışmaları,yokohama-memphis kıyaslamaları,yerinde duramayan kızla donyağı sevgilisinin zıtlıklardan uyumlu tuhaf ilişkisi,efsanevi sun stüdyoları'nı hayal edilenden farklı olarak çarçabuk ve tatsız bir ziyaret,nihayetinde 'turist' olmanın getirisi yabancılıklar,şaşkınlıklar,iletişimsizlikler oluyor izlediklerimiz.ha bir de ne olduğunu çözemediğimiz,jarmusch'un ser verip sır vermez gıcık bir velet gibi sona sakladığını tahmin ettiğimiz bir silah sesi duyarız.neyse çıkacak elbet kokusu, derken başlayan ikinci bölümü seyre dururuz.
ikinci bölüm (a ghost) rötar yapan uçağı sebebiyle kocasının tabutuyla memphis'te kalakalan italyan bir kadının bir gecelik plansız memphis misafirliği üzerine kurulu.o da japon çiftle aynı gece,aynı yıkık dökük otelde konaklayacaktır.(alın size jarmuschça bir tesadüf!) bir başka tesadüfün inisiyatifiyle memphis'ten ayrılmadan önceki gecesini otelde geçirmesi lazım gelen; ancak iki kişilik oda parasını çıkaramayan geveze bir kızcağızla lobide rastlaşıp aynı odayı paylaşır.kızcağızımızın bitmek bilmez sohbetinin ket vurduğu ama nihayetinde kavuştuğu uykusu bu kez de tam ortasındayken yanlış adrese geldiğini söyleyip özür dileyecek kadar nazik elvis hayaletince bölünür.sabaha karşı yine aynı silah sesi duyulur,son bölüme geçildiğinin bilinciyle merak körüklenir.
son bölümde, ikinci epizoddaki geveze kızımız dee dee'nin terk etmiş olduğu,elvis kılıklı,favorili derbeder ingiliz johnny (joe strummer,evet bildiğiniz joe strummer.) ve arkadaşının,dee dee'nin ağabeyi berber charlie'yi (steve buscemi) de aralarına katarak çıktıkları araba turuyla başlayan ve aynı otelin bodrum katında silah sesiyle sabaha varan geceleri finale bağlanır.silah sesinin gizemi çözülür,rahatlayan seyirci yine bir jarmusch filmi izlemiş olmanın tadına varır.
jarmusch,elvis efsanesiyle öyle ya da böyle münasebeti bulunanları,sözgelimi yokohama'dan kalkıp memphis'e gelecek kadar ona hayranlık duyanları,ya da memphis'te yıllardır anlatılagelen ve artık her memphis sakininin ezbere bildiği bayat otostop hikayesine kanacak kadar elvis'e yabancı olup beri yandan gece vakti hayaletince kazara ziyaret edilenleri ya da ona benzetilmekten fazlaca dertli ve usanmış elvis yandan yemişlerini kralın memleketinde, resepsiyonunda kırmızı takım elbiseli screaming jay hawkins'in kurulduğu aynı pespaye otele(ilginçtir ki,jim jarmusch sonraları, martin luther king'in suikastçisinin çekim yaptıkları otelden konvoya nişan almış olduğunu öğrendiğini belirtmiştir bir söyleşisinde.) koyar,aynı sabah hepsine memphis'i terk ettirir,aynı anda radyodan tom waits'in dj'liği eşliğinde elvis'in blue moon'unu dinlettirir.
bir demecinde genç yönetmenlere "her şeyden ilham alın." diye seslenen jarmusch'un mystery train'den,elvis'ten ya da memphis'ten ilham aldığı kesin.bu esinlenişiyle çıktığı yol zeki ve özgün mizahından geçip,rastlantıları da peşine takarak gizem treni'ne varıyor.izleyene de, elvis'li,blue moon'lu,dj. tom waits'li *(*işte bu emin olun filmin en güzel kıyaklarından),kırmızı takımlı jay hawkins'li jarmusch evrenine bilet kesen bir film seyretmek nasip oluyor.ha bir de steve buscemi'yi görüp görülebilecek en pısırık ve uysal bir karaktere bürünmüş olarak izleme imkanı...
hele bir de kendisi rezervuar köpekleri'nde arıza ve nevrotik mr.pink olarak izlenmişse bu imkanın daha da cazip hale geldiği kesin.
ilk bölümde yokohama'dan gelen japon bir çiftin memphis maceralarını seyre koyuluyoruz.elvis-carl perkins tartışmaları,yokohama-memphis kıyaslamaları,yerinde duramayan kızla donyağı sevgilisinin zıtlıklardan uyumlu tuhaf ilişkisi,efsanevi sun stüdyoları'nı hayal edilenden farklı olarak çarçabuk ve tatsız bir ziyaret,nihayetinde 'turist' olmanın getirisi yabancılıklar,şaşkınlıklar,iletişimsizlikler oluyor izlediklerimiz.ha bir de ne olduğunu çözemediğimiz,jarmusch'un ser verip sır vermez gıcık bir velet gibi sona sakladığını tahmin ettiğimiz bir silah sesi duyarız.neyse çıkacak elbet kokusu, derken başlayan ikinci bölümü seyre dururuz.
ikinci bölüm (a ghost) rötar yapan uçağı sebebiyle kocasının tabutuyla memphis'te kalakalan italyan bir kadının bir gecelik plansız memphis misafirliği üzerine kurulu.o da japon çiftle aynı gece,aynı yıkık dökük otelde konaklayacaktır.(alın size jarmuschça bir tesadüf!) bir başka tesadüfün inisiyatifiyle memphis'ten ayrılmadan önceki gecesini otelde geçirmesi lazım gelen; ancak iki kişilik oda parasını çıkaramayan geveze bir kızcağızla lobide rastlaşıp aynı odayı paylaşır.kızcağızımızın bitmek bilmez sohbetinin ket vurduğu ama nihayetinde kavuştuğu uykusu bu kez de tam ortasındayken yanlış adrese geldiğini söyleyip özür dileyecek kadar nazik elvis hayaletince bölünür.sabaha karşı yine aynı silah sesi duyulur,son bölüme geçildiğinin bilinciyle merak körüklenir.
son bölümde, ikinci epizoddaki geveze kızımız dee dee'nin terk etmiş olduğu,elvis kılıklı,favorili derbeder ingiliz johnny (joe strummer,evet bildiğiniz joe strummer.) ve arkadaşının,dee dee'nin ağabeyi berber charlie'yi (steve buscemi) de aralarına katarak çıktıkları araba turuyla başlayan ve aynı otelin bodrum katında silah sesiyle sabaha varan geceleri finale bağlanır.silah sesinin gizemi çözülür,rahatlayan seyirci yine bir jarmusch filmi izlemiş olmanın tadına varır.
jarmusch,elvis efsanesiyle öyle ya da böyle münasebeti bulunanları,sözgelimi yokohama'dan kalkıp memphis'e gelecek kadar ona hayranlık duyanları,ya da memphis'te yıllardır anlatılagelen ve artık her memphis sakininin ezbere bildiği bayat otostop hikayesine kanacak kadar elvis'e yabancı olup beri yandan gece vakti hayaletince kazara ziyaret edilenleri ya da ona benzetilmekten fazlaca dertli ve usanmış elvis yandan yemişlerini kralın memleketinde, resepsiyonunda kırmızı takım elbiseli screaming jay hawkins'in kurulduğu aynı pespaye otele(ilginçtir ki,jim jarmusch sonraları, martin luther king'in suikastçisinin çekim yaptıkları otelden konvoya nişan almış olduğunu öğrendiğini belirtmiştir bir söyleşisinde.) koyar,aynı sabah hepsine memphis'i terk ettirir,aynı anda radyodan tom waits'in dj'liği eşliğinde elvis'in blue moon'unu dinlettirir.
bir demecinde genç yönetmenlere "her şeyden ilham alın." diye seslenen jarmusch'un mystery train'den,elvis'ten ya da memphis'ten ilham aldığı kesin.bu esinlenişiyle çıktığı yol zeki ve özgün mizahından geçip,rastlantıları da peşine takarak gizem treni'ne varıyor.izleyene de, elvis'li,blue moon'lu,dj. tom waits'li *(*işte bu emin olun filmin en güzel kıyaklarından),kırmızı takımlı jay hawkins'li jarmusch evrenine bilet kesen bir film seyretmek nasip oluyor.ha bir de steve buscemi'yi görüp görülebilecek en pısırık ve uysal bir karaktere bürünmüş olarak izleme imkanı...
hele bir de kendisi rezervuar köpekleri'nde arıza ve nevrotik mr.pink olarak izlenmişse bu imkanın daha da cazip hale geldiği kesin.