hani sorsalar, deseler ki en dürüst olduğun anlar hangileri diye sanırım mırıldandığım zamanlar derdim. kendi istediğini söyleyebildiğim anlardır ve her nasılsa kaygı duyduğun ölçüde daha az anlaşılır olur söylediklerim, işte bunu seviyorum. sesler rüzgarı yada bir kedinin dingin zamanlarında çıkardığı sesi taklit eder. genelde küfür sosuyla tercih edilen bu söyleniş biçimi, bir kaza sonucu çok fazla net çıkarsa adı isyan olur. mırıldanmaktan isyana geçişi anlamaya çalışmanın bir yararı olmaz, boşuna çabalamayın.

içinden geldiği gibi konuşmak bazen kusmayı andıran bir tür boşaltma işine dönüşse de iyidir, diridir. bunu dürüst olduğunu göstermek için bol bol küfretmek sanmayın. sakın. yanılmak için illaki denemeyin bu tür şeyleri. yanılmanın bir çok yolu daha var, onlara bakın. çok mu içinizden geldi, mırıldanın. içeriden başlasın kıvılcım. içi sarsın ayaklanmalar. sonra, sonra ise siz bile durduramazsınız bazı şeyleri. mırıldanın. sadece içinizden gelen cevapları değil. şarkıları da mırıldanın. bir türlü cesaret edemediğiniz bir sevgi cümlesini mırıldanın. mesela seni seviyorum diyemiyorsanız, mırıldanın.

şimdi hayal edin. herkesin kafasının üstünde bir konuşma balonu çıkartın ve bakın. herkes mırıl mırıl. tüm dünya mırıl mırıl. asık suratlı mırıltılar, tebessüm ettiren mırıltılar. mırıl mırıl mırıldanmak... yok olmuyor, iyiden iyiye kötüye sarıyor bu. kabus gibi.

vazgeçtim. yazıya başladığım gibi bitiremedim, farkındayım. ey dil, iyi ki varsın. nasıl ya? bak, gel şimdi;...asdfghkl.*(*affola)
merak etme her şey yoluna girecek. hadi dışarı çıkalım ve teknik olarak yaşamın akışına dahil olalım. biliyorum dikkatli olmam gerekecek. her an bir sokak başında yeni bir suça tanıklık edebilirim. hatta sucun kendisi olabilirim. bu günlerde suç olmayan o kadar az şey var ki. peki ama neden? bir sokak için dünyanın servetini harcamaktan söz ederler ama aptalları iyileştirmek için kimse bir şeyden söz etmez. tedaviye ihtiyacım var gibi, ama ödenek yok. görünürde özel hayatımla ilgilenmeye başlamışsın. bu durumda kendini mükemmel sanman gerekiyor. sanırım kendini ciddi bir bicimde mükemmel sanıyorsun ama bunu destekleyecek hiç bir şey yok ortada. ilginçtir.

sokağa yeni yılın ikinci haftasında çıkmıştık. ikinci haftanın üçüncü gününde. bütün bu insanlar kim? diye sormuştun. her şeye bir cevabım olduğu kanısına nerden vardığını bilmiyorum ama hep bu yükü yükledin bana. eskiden hoşuma giderdi bu durum. ama, işte. her cevap doğru cevap olmuyor. bütün bu insanlar kim? diye sordun tekrar ve ben sadece insanlar dedim. gülümsedin ve baktın. bir cevaptan tatmin olmadığın zamanlar yaptığın gibi. sen her defa sinsice gülümsediğinde, ben afalladım aptalca. hep böyle oldu. sen gülümsedin, ben yine "sadece insanlar, isimlerini ve telefon numaralarını almadım" dedim.

hadi bana bu insanlardan söz et demiştin. ben ise bir cümle ile özetlenebilen kısa tanımlar veriyordum sana. her bir kısa cümle ile oradaki insanları hayalimdeki gibi anlatmaya çalışıyordum. sen gülümsüyordun yine. her kısa cümle romantizmin sonu oluyordu, biliyordun. bana döndün ve "kestirme yollar bulma sevdandan vazgeçmedikçe, gerçeği alamazsın benden". hı hıımm. tabi.

sakar ama sevimli olduğumu söylemiştin, bu kez gülümsemen daha da belirgindi. gülümseyişinden nefret ediyordum. artık farkındaydım. sendeki gülümsemenin şeklinden değil ama taşıdığı anlamdan nefret ediyordum. büyük harflerle sürekli bana cuvalladin diyordu. beni bekleyen tek sonun senin bu piç gülümsemen olmasından çok korktum. dışarısı daha iyiydi bu yüzden.

hadi dışarı çıkalım. her şey yolunda. seni içerden dışarı çıkarmam gerekiyordu, yoksa beni öldürüyordun. sen çıkmalıydın. belki bu mükemmel bir plan değildi ama elimdeki en iyisiydi. sokakla örtecektim seni ve gülüşünü. kurtulacaktım senden ve o gülümseyişinden. elbette zor olacak. ilk terkedişim bu. biraz sahne korkusu yaşayacak bedenim. işlevini yitirecek ellerim ve bacaklarım ama başaracağım. cesur olmalıyım, bedenimde taşımalıyım bu cesareti ve orda kalması için mücadele etmeliyim. duralım, kenara çek.
iç güdüsel olarak sevdiğimiz çok şey vardır. gördüğümüz an aptalca sırıttığımız, nedenini hiç sorgulamadığımız sevmelerimiz. hatırlattığı şeylerden mi yoksa hissettirdiği şeylerden mi bilinmez. aslında bilmek istemeyiz.

ölesiye sevdiğini söyleyen çok fazla insan vardır. oysa sevesiye öldürenler daha fazladır. cinayetlerin adı aşk olmuşsa ne çıkar ki bundan. şimdiye kadar bir şey çıkmadı.

aslında 66. sone ile ötenazi arasında bir bağ kurabildiğim zaman şiir yazabileceğime inanıyorum. bu sadece inanmak. yaşamı hep ölümle tarif ettiler, yaşamayı yaşatmakla tarif etsem ne çıkar ki. yaşatmak, asla bir hatırlama veya hafıza durumu değildir. bundan sonra gelen gerçeği öğrenmek önemli değil. zaten bilmek de istemiyorum.

dünyanın en tatlı cümlesini kuran biri tarafından kandırılmak iyi bir şeydir. kötü cümlelere rağmen senin birini kandırabilmen ise daha iyidir. inanmak istediğin sürece gerçeğin ne önemi olabilir ki allasen.

hangi konuda kime güveneceğinizi nasıl seçersiniz. seçmeden güvendiğin zaman konunun ne önemi kalır değil mi? seçtiğiniz biri varsa konunun ne olduğu önem kazanır. aslında hep seçmeye çalışırız ama seçenekler genelde bir tanedir. çok nadir ikidir. diğer türlü olunca anlayın ki zaten gerçek bir konu yoktur.

ne oldu şimdi? hiç.
itiraf senin için nedir deseler "öfke" derim ve susarım. öfke ile bir sorunu olmak ile öfke ile sürekli dirsek temasında olmak arasındaki farkı anlatamadım hiç. anlatmaya çalışmayacağım artık. ama en büyük kusurum da en büyük yaşam kaynağımda bu tuhaf yerde duran öfkedir. bu; göreceli olarak götürüleri getirilerinden daha fazla olan bir durumda gösterir insanı. ama göreceli olarak değerlendirdiğimiz her şeyden vazgeçeli çok oluyor. bu durum yine de götürülerini önemsiz kılmaz, aksine daha farklı sorunların içine sürükler. örneğin insan olduğumuz gerçeği ile yola çıkarken egomuzun azgınlığı gerçeğini gözardı ederiz. bu durumlarda ortaya çıkan öfkenin seni başka bir çukura sürüklediğini fark ettiğinde aslında çoktan o çukurun içine düşmüşsündür. esir olduğun durumu sezmek gerek bu durumlarda. sezgisel yaklaşabilmeli, dışındayken bile içinden görebilmelisin, öfkene rağmen yapabilmelisin. aksi halde tüm çabaların, çırpınışların o çukuru daha fazla derinleştirmekten öteye geçmez. öfke ile sorunun varsa asla bunun hesabını yapamazsın, sonucu göremezsin. ama sürekli temas halinde olduğun bir parçan olarak görüyorsan, inan yapabileceklerin kendini bile şaşkına çevirebilir.

sır senin için nedir deseler "susmak" derim ve öfkelenirim. susmak ile söyleyecek anlamlı bir şey bulamamak arasındaki farkı anlatmaya çalışmadım hiç.

en büyük kusurum sorulduğunda "öfke" diyorken bile, en büyük gücüm sorulduğunda "sence?" diyorum ve susuyorum. arkamı dönüp gidiyorum.