kafama bir sözcük takıldı. yazıya onunla giriş yapacaktım. eskiler, büyükler, güngörmüşler anlamına gelen bir sözcük. ekabir desem değil, yürek yarası desem değil, bir sözcük ki bulunur şey değil. dizinin dibine oturup masal dinlemek istediğiniz insanlar vardır hani. hani ağzının içine bakarsınız bir şey söylese de dinlesem diye. dede, büyükanne mefhumunu bilmedim hiç, belki böyle bir şeydir, yaşamadım. o adamlardan bahsediyorum, hani yanına gidip "eskiler, yaşlılar anlamına gelen bir sözcük arıyorum" dediğinizde size aradığınızı vermekle yetinmeyip üzerine sözcüğün kökenini, o sözcüğün hayatta nereye temas ettiğini anlatabilecek alim insanlardan bahsediyorum.

yaşlanıyorum.

düşünüyorum da, şu yaşıma kadar "o sözcükten" kimse olmadı çevremde. ben hep her şeyi bildiğimi sandım. zamanla bildiğimi sandığım çok şeyi yanlış bildiğimi anladım. biraz daha zaman geçti yanlış olduğunu düşündüğüm şeylerin yanlış olmayabileceğini, yanlışlık denilen bir şey olmadığını, anlar olduğunu kavradım hayatta. gün geldi, bir şey kavramamak gerektiğini düşündüm, gün oldu bildiğim tek bir şey bile yoktu; hiç bir şey bilmediğimiden bile emin olamadım. üç beş kelam edebiliyorsam da bunları kitaplardan öğrendim ekseriyetle. (enteresan bir sözcük, en teres anıma denk geldi, saçmalama ihtiyacımı giderdim noktakapaparantez.) ama sağda solda duyduğumda ağzım açık dinlediğim adamlar da oldu. şu günlerde sırrı süreyya önder ile rakı içesim var misal. benden daha çok okumuş, benden daha çok şey yaşamış, benim hayatım boyunca yaşamayacağımdan emin olduğum nice zorluk atlatmış ve hayata gülerek bakabilen bir alim insan. ablamla konuştuğumda "derviş" gibi demişti. hayatı nerden öğrendiği değil mesele, öğrendiğini hayata katma meselesi. hayatta farklı bir ses olma meselesi. bir yerlerde bir çocuğun kalbine ışık olma meselesi. dikkat edin, kalbine dedim. yoksa beyne yön verecek çok kişi var. ama vicdana seslenen, hayatı sorgulatan, feylesof denebilecek adamlar günden güne azalıyor. (feylesof deme artizliğine kaçmaz sanki onlar. artizlik de demezler gibi gibi. kullandığı sözcükler sağdan soldan aparılmış durmaz onların dilinde. aparma da demezler. e nasıl konuşuyor bu adamlar be gafil? kalpten be hocam. sanki kibir yok gibi. didaktizm yok. içinde didaktizm geçen sözcükler yok gibi onların konuşmasında. annemin ve babamın hiç zorlanmadan anlayacağı bir dilde konuşur sanki onlar.)

bir şekilde soru sorabileceğin adamlar günden güne azalınca, ve sen senden sonra gelecek adamlar için soru sorulacak kişi olamamanın ağırlığını hissediyorsan ve ne acıdır ki senden sonra gelen adamlar seni soru sorulacak bir adam olarak görüyorlarsa dünyanın gamı daha bir doluyor ciğerlere sanki.

iletişimle alakam olmamasına rağmen sırf dünya gözüyle bir kez dersine gireyim diye marmara üniversitesi'nde dersine girmiştim onun. sigara içmişti dersinde, sanırım başkası yapsa nefret edeceğim bir hareketi o yaptığı için normal karşılamıştım. antik yunan'dan bir karakteri annesinin ona söylediği bir lafa bağlama kudretine sahipti. biliyordu ve yaşıyordu. yaşadıklarını anlatıyor ve öğretmeye çalışıyordu. doğruluğunu yanlışlığını anlatmak değil derdim, derdim böyle adamların yok olmaya yüz tutması. sanki daha fazla kibir var artık, sanki okuyanlar daha uzak halktan. sanki halktan olanlar daha cahil gibi artık. sanki iki kıta birbirinden ayrılırcasına bir uçurum var gibi arada. sanki o uçurumun iki tarafına da tutunmaya çalışan ellerin gücü yetmediği için, içinden birşeyler kopuyor gibi. bak bu benzetmeyi sevdim. iki toprak parçası birbirinden ayrılıyor olsun, bir sürü "o sözcükten" adam el ele vermiş bir arada tutmaya çalışıyor iki parçayı. ama parçalar kopmaya o kadar hevesli ki güçleri yetmiyor. arada yorulup düşenler oluyor, bir tarafı tercih edip kendini kurtaranlar oluyor. bir de sonuna kadar gidenler. onların da sayıları çok az. sonra aralık hepten açılıyor. ve düşüyorlar yavaş yavaş. yerlerine yeni gelenler ya da gelmeye çalışanların sayısı daha da az, açılan genişlik karşısında kolları daha da kısa, güçleri yok. kime bakacaklarını kimden feyz alacaklarını bilmiyorlar. umutsuz gözlerle aşağıya giden "eski" tutuculara bakıyorlar. onlar da gidince kim kalacak ki geriye?

mesela ünsal oskay da öldü. yarın bir gün sırrı baba da ölünce kim kalacak ki. sağda solda üç beş cılız ses. gürültüde, curcunada, hayhuyda yitip giden mırlıtılara dönüşecek. bırakın o sözcüğün ne olduğunu soracak birini bulmayı, o sözcüğün anlamı hakkında fikir sahibi olan birisini bulmak bile güçleşecek gün gelecek. çok mu karardım yine be? ama ne yapayım, bulamadım sözcüğü?