....
yaşı, ufak çocukların dede dede diye peşinden dolaşabilecekleri kadar ilerlemiş bir yalnızmış amcamız. yalnız, kimsesiz ve yurtsuz; tam olarak böyle ifade edilebilirmiş durumu. yurtsuzluğu, o mahalleye gelip, kendisi kadar yaşlı, kimsesiz ve yalnız olan o barakaya yerleşene kadar sürmüş. hani geçmişi hiç merak edilmeyen ya da akla gelmeyen, kimileri için sokaktan geçerken farkedilmesi imkansız olan bir görünüme sahipmiş amcamız. kim bilir, nice terkedilmişlikler beslemiş içinde, nice sevinçleri yaşamış. ne acılar tatmış kimbilir yüreği, ne hüzünler ne heyecanlar yaşamış. kim bilir..
yaşlı amcanın barakaya yerleştiğinden çoğu insanın haberi olmamış, dediğim gibi farkedilmezmiş zaten o. oraya sessiz sedasız yerleşmiş. kimsesizliğin sessizliği bakışlarına yansıdığı kadar, hayatına da yansıyormuş. baraka da yaşlı amcamız kadar sessizmiş. bir bahçeye sahipmiş, eskiden yeşerirmiş bahçedeki ağaçlar ve çiçekler. ama eskiden.. terkedildi terkedileli, yalnızlığına mahkum edildi edileli açmaz olmuş çiçekler. amcamız da bu durumu farketmiş gibi, kendine bir yoldaş arıyormuş gibi, suretine benzeyen barakaya yerleşmiş.
amcamız, kimsesi olmadığı için, kendine bir uğraş edinmek adına, barakanın bahçesini düzenlemeye karar vermiş. hem uğraş edinmiş olurum, hem de çok sevdiğim hayata bişeyler kazandırmış olurum diye düşünmüş. başlamış toprakla uğraşmaya. önce yabani otlardan temizlemiş bahçeyi, sonra havalandırmak için bellemiş. altını üstüne getirmiş. ağaçları da ilaçlamış ve budamış. tüm gününü, tüm vaktini bahçeyle geçirir olmuş zamanla. tek uğraşı, tek eğlencesi olmuş bahçe.
bir gün, bahçede çalışan yaşlı amacayı gören orta yaşlı bir mahalle sakini, amcamızı ziyarete gelen ilk kişi olmuş. kısa tanışma faslından sonra, amcayla şu ufak diyalog geçmiş mahalleli adam arasında;
-iyi hoş diyorsun da amca, bu bahçenin yıllardır yeşermediğine şahidim ben. yeşermez bu bahçe!!
-yeşeriir, yeşerir evlat, sen nasıl dokunmasını, nasıl konuşmasını bilirsen, o sana mutlaka cevap verir. yeter ki emek vermeyi sabretmeyi becerebilesin sen. emeksiz yemek olur mu hiç?!
bu konuşmadan sonra mahalleli uzaklaşmış. derin düşüncelere dalmış lakin, haklıymış çünkü amca.
amcamız kendini bahçe işlerine kaptırmış, günler böylece akıp geçmiş, mevsim bahara yaklaşmış. bahçeye en güzel çiçek tohumları ekmiş yaşlı ihtiyar, en neşeli emeklerini sunmuş onlara. ağaçları sulamış umutlarıyla, güzel keyifli hikayeleriyle ailesi yapmış bahçeyi. artık sabırsızlanıyormuş amcamız, emeklerinin karşılığını görmek için heyecanlanıyormuş.
ve sonunda gün gelmiş, ağaçlar ilk tomurcuğunu sunmuş amcamıza, çiçekler filizlenmiş. bahçe yavaştan şenlenmeye hazırlanıyormuş baharın kendini gösterişiyle beraber. amcamız, ufak bir çocuk gibi neşelenmiş bu durumu görünce, keyfine diyecek yokmuş. mutluluktan uçacak kadar sevinçliymiş. ama o, en büyük sevincini ilk çiçeği gördüğü ana saklıyormuş. o anı görebilmek için hiç bir şey için göstermediği kararlılıkla beklmeye, o anı canlı yaşamaya karar vermiş.
öyle inat etmişki amcamız, geceleri bile bahçede dolanmaya tomurcukları gözlemlemeye başlamış artık. uykusuzluğa direniyormuş, kendi çocuğu evladı gibi görüyormuş bahçede bulunan herşeyi. böyle bir gecenin, sabaha yakın güneş kokan saatlerinde, gözlerinin ağırlaştığını hissettiği bir anda, herkesin kolaylıkla duyamayacağı o çıtırtıyı hissetmiş, duymamış, daha çok hissetmiş. evet, ilk çiçek tomurcuğunu çatlatmış ve güneşe doğru yükselmiş ağır ağır. o eşsiz anı izlerken, yanaklarından süzülen gözyaşlarının sebebinin mutluluktan olduğuna, adı gibi eminmiş.
ilk çiçeğin verdiği heyecanla, uyumamış, bahçe işlerine dalmış yine amcamız. sabahın erken vakitlerinde, daha önce aralarında ufak bir diyalog geçen mahalleli işe gitmek üzere yoldan geçerken, bahçedeki yeşermeyi ve ilk çiçeği görmüş. amcamız adamı farkedince sadece gülümsemiş haklı çıkmış olmanın verdiği hazla. orta yaşlı mahalle sakini de gülümsemiş ve o günü bambaşka kılmak için kararlar almış o an. akşam eve dönerken eşine bir demet çiçek, ufak kızına da en sevdiği çikolatalardan alıp götürmüş. hayatındakilerin kıymetisini, onlar solmadan farketmeye karar vermiş artık.
aynı sabah, ufak bir kız çocuğu, baharın getirdiği tüm neşesiyle sokakta oyunlarına dalmışken, bahçede açan o çiçeği farketmiş. tüm muzurluğuyla yaklaşmış bahçeye. amcamız da ufak kızı çiçeği seyrederken farketmiş, yaklaşmış ona;
-ne güzel çiçek değil mi? demiş amcamız.
-evet çok güzel amca, onu bana verir misiin?
amca şaşırmış, onaylamamış önce. ufaklık ısrarla isteyince çiçeği, üstüne bir damla yaş dökünce yanağına, dayanamamış vermiş ilk gözağrısı olan çiçeği. ufak kız, tüm dünyayı ona hediye etmişlercesine sevinmiş ve teşekkür edip, koşarak uzaklaşmış bahçeden.
aradan çokça zaman geçmemişki, ufak kız geri gelmiş. elinde parçalanmış ve ortadan ikiye ayrılmış olan çiçeği, yaşlı amcamıza atıp, hiç birşey söylemeden kaçmış. ilk gözağrısı çiçeği öyle görünce yaşlı bünye, bu kez üzüntüden gözyaşlarını tutamamış yaşının getirdiği çocuklukla. ağlamış ve barakasına çekilivermiş.
ufak kız, o günün akşamında babasının aldığı en sevdiği çikolatayı yerken, o gün yaptıklarından bahsediyormuş babasına. yaşlı amcayla arasında geçen olayı anlatınca, adam duruma çok üzülmüş ve ufak kızı bir daha böyle şeyler yapmama konusunda tembihlemiş. ertesi sabahta kızının yaptıkları için özür dilemek üzere yaşlı amcanın barakasına gitmeye karar vermiş. eşi ve çocuğuyla, uzun zaman boyunca yaşamadığı güzel vakitler geçirmiş o akşam mahalleli adam.
sabah işe giderken, bahçeye gelmiş ve bahçede açmayan çiçek, çatlamayan tomurcuk kalmadığını görmüş. sevinçli bir vaziyette barakaya girmiş. kanepede uzanmış yatan yaşlı amcaya seslenmiş. duymamış yaşlı amcamız. yaklaşmış seslenmiş. duymamış. yanına gelmiş seslenmiş. seslenmiş, seslenmiş...
hiç bir zaman yanıt alamamış yaşlı amcadan, mahalleli adam..
...
yaşı, ufak çocukların dede dede diye peşinden dolaşabilecekleri kadar ilerlemiş bir yalnızmış amcamız. yalnız, kimsesiz ve yurtsuz; tam olarak böyle ifade edilebilirmiş durumu. yurtsuzluğu, o mahalleye gelip, kendisi kadar yaşlı, kimsesiz ve yalnız olan o barakaya yerleşene kadar sürmüş. hani geçmişi hiç merak edilmeyen ya da akla gelmeyen, kimileri için sokaktan geçerken farkedilmesi imkansız olan bir görünüme sahipmiş amcamız. kim bilir, nice terkedilmişlikler beslemiş içinde, nice sevinçleri yaşamış. ne acılar tatmış kimbilir yüreği, ne hüzünler ne heyecanlar yaşamış. kim bilir..
yaşlı amcanın barakaya yerleştiğinden çoğu insanın haberi olmamış, dediğim gibi farkedilmezmiş zaten o. oraya sessiz sedasız yerleşmiş. kimsesizliğin sessizliği bakışlarına yansıdığı kadar, hayatına da yansıyormuş. baraka da yaşlı amcamız kadar sessizmiş. bir bahçeye sahipmiş, eskiden yeşerirmiş bahçedeki ağaçlar ve çiçekler. ama eskiden.. terkedildi terkedileli, yalnızlığına mahkum edildi edileli açmaz olmuş çiçekler. amcamız da bu durumu farketmiş gibi, kendine bir yoldaş arıyormuş gibi, suretine benzeyen barakaya yerleşmiş.
amcamız, kimsesi olmadığı için, kendine bir uğraş edinmek adına, barakanın bahçesini düzenlemeye karar vermiş. hem uğraş edinmiş olurum, hem de çok sevdiğim hayata bişeyler kazandırmış olurum diye düşünmüş. başlamış toprakla uğraşmaya. önce yabani otlardan temizlemiş bahçeyi, sonra havalandırmak için bellemiş. altını üstüne getirmiş. ağaçları da ilaçlamış ve budamış. tüm gününü, tüm vaktini bahçeyle geçirir olmuş zamanla. tek uğraşı, tek eğlencesi olmuş bahçe.
bir gün, bahçede çalışan yaşlı amacayı gören orta yaşlı bir mahalle sakini, amcamızı ziyarete gelen ilk kişi olmuş. kısa tanışma faslından sonra, amcayla şu ufak diyalog geçmiş mahalleli adam arasında;
-iyi hoş diyorsun da amca, bu bahçenin yıllardır yeşermediğine şahidim ben. yeşermez bu bahçe!!
-yeşeriir, yeşerir evlat, sen nasıl dokunmasını, nasıl konuşmasını bilirsen, o sana mutlaka cevap verir. yeter ki emek vermeyi sabretmeyi becerebilesin sen. emeksiz yemek olur mu hiç?!
bu konuşmadan sonra mahalleli uzaklaşmış. derin düşüncelere dalmış lakin, haklıymış çünkü amca.
amcamız kendini bahçe işlerine kaptırmış, günler böylece akıp geçmiş, mevsim bahara yaklaşmış. bahçeye en güzel çiçek tohumları ekmiş yaşlı ihtiyar, en neşeli emeklerini sunmuş onlara. ağaçları sulamış umutlarıyla, güzel keyifli hikayeleriyle ailesi yapmış bahçeyi. artık sabırsızlanıyormuş amcamız, emeklerinin karşılığını görmek için heyecanlanıyormuş.
ve sonunda gün gelmiş, ağaçlar ilk tomurcuğunu sunmuş amcamıza, çiçekler filizlenmiş. bahçe yavaştan şenlenmeye hazırlanıyormuş baharın kendini gösterişiyle beraber. amcamız, ufak bir çocuk gibi neşelenmiş bu durumu görünce, keyfine diyecek yokmuş. mutluluktan uçacak kadar sevinçliymiş. ama o, en büyük sevincini ilk çiçeği gördüğü ana saklıyormuş. o anı görebilmek için hiç bir şey için göstermediği kararlılıkla beklmeye, o anı canlı yaşamaya karar vermiş.
öyle inat etmişki amcamız, geceleri bile bahçede dolanmaya tomurcukları gözlemlemeye başlamış artık. uykusuzluğa direniyormuş, kendi çocuğu evladı gibi görüyormuş bahçede bulunan herşeyi. böyle bir gecenin, sabaha yakın güneş kokan saatlerinde, gözlerinin ağırlaştığını hissettiği bir anda, herkesin kolaylıkla duyamayacağı o çıtırtıyı hissetmiş, duymamış, daha çok hissetmiş. evet, ilk çiçek tomurcuğunu çatlatmış ve güneşe doğru yükselmiş ağır ağır. o eşsiz anı izlerken, yanaklarından süzülen gözyaşlarının sebebinin mutluluktan olduğuna, adı gibi eminmiş.
ilk çiçeğin verdiği heyecanla, uyumamış, bahçe işlerine dalmış yine amcamız. sabahın erken vakitlerinde, daha önce aralarında ufak bir diyalog geçen mahalleli işe gitmek üzere yoldan geçerken, bahçedeki yeşermeyi ve ilk çiçeği görmüş. amcamız adamı farkedince sadece gülümsemiş haklı çıkmış olmanın verdiği hazla. orta yaşlı mahalle sakini de gülümsemiş ve o günü bambaşka kılmak için kararlar almış o an. akşam eve dönerken eşine bir demet çiçek, ufak kızına da en sevdiği çikolatalardan alıp götürmüş. hayatındakilerin kıymetisini, onlar solmadan farketmeye karar vermiş artık.
aynı sabah, ufak bir kız çocuğu, baharın getirdiği tüm neşesiyle sokakta oyunlarına dalmışken, bahçede açan o çiçeği farketmiş. tüm muzurluğuyla yaklaşmış bahçeye. amcamız da ufak kızı çiçeği seyrederken farketmiş, yaklaşmış ona;
-ne güzel çiçek değil mi? demiş amcamız.
-evet çok güzel amca, onu bana verir misiin?
amca şaşırmış, onaylamamış önce. ufaklık ısrarla isteyince çiçeği, üstüne bir damla yaş dökünce yanağına, dayanamamış vermiş ilk gözağrısı olan çiçeği. ufak kız, tüm dünyayı ona hediye etmişlercesine sevinmiş ve teşekkür edip, koşarak uzaklaşmış bahçeden.
aradan çokça zaman geçmemişki, ufak kız geri gelmiş. elinde parçalanmış ve ortadan ikiye ayrılmış olan çiçeği, yaşlı amcamıza atıp, hiç birşey söylemeden kaçmış. ilk gözağrısı çiçeği öyle görünce yaşlı bünye, bu kez üzüntüden gözyaşlarını tutamamış yaşının getirdiği çocuklukla. ağlamış ve barakasına çekilivermiş.
ufak kız, o günün akşamında babasının aldığı en sevdiği çikolatayı yerken, o gün yaptıklarından bahsediyormuş babasına. yaşlı amcayla arasında geçen olayı anlatınca, adam duruma çok üzülmüş ve ufak kızı bir daha böyle şeyler yapmama konusunda tembihlemiş. ertesi sabahta kızının yaptıkları için özür dilemek üzere yaşlı amcanın barakasına gitmeye karar vermiş. eşi ve çocuğuyla, uzun zaman boyunca yaşamadığı güzel vakitler geçirmiş o akşam mahalleli adam.
sabah işe giderken, bahçeye gelmiş ve bahçede açmayan çiçek, çatlamayan tomurcuk kalmadığını görmüş. sevinçli bir vaziyette barakaya girmiş. kanepede uzanmış yatan yaşlı amcaya seslenmiş. duymamış yaşlı amcamız. yaklaşmış seslenmiş. duymamış. yanına gelmiş seslenmiş. seslenmiş, seslenmiş...
hiç bir zaman yanıt alamamış yaşlı amcadan, mahalleli adam..
...