hiçbir şey ama hiçbir şey böyle sarsmadı bizi, hiçbir kelam bu şekilde tenimize aynı anda batırılmış yüzmilyonlarca iğnenin iğdiş edici etkisini yaratmadı: "marş söylemeden ölmek bize yakışmaz!"
tetiği çektiğimde kulağımda duyduğum his... 13 yaşında deldirmiştim kulağımı, o vakitler uzun saçlı olmak, küpe taşımak saldırıya uğramak için yeterli sebepti. bakınız bir seferinde mahfele -o vakitler solcuların takıldığı çay bahçesi- faşistler saldırdığında oradaydım ve en hırslı defans oyuncularının metalciler ve perinçekçiler olduğuna bizzat tanık olmuştum, yaş küçüktü benim ciddi bir etkim olmamıştı, kahrolmuştum. yaz vaktinin sonlarıydı küpeyi takabildiğimde, nedense aileyle kapışmış -hayır her salak teenager gibi evden kaçmadım zaten haber vermeden geceleri dışarı kalabiliyordum- silah sesi öyle bir şey değildi, daha uzak bir erkeklik hissi, mağfelin masalarını korumak değil de bizatihi masanın kendisi olmak gibi.
önce arkadaşları yitirdik, sıralamamız aklımızın sudaki sureti gibi ters. önce arkadaşlarımızı yitirdik, mağfel'in masaları birer birer boş çay bardaklarının küflü şeffaflığına terk edildi, saçlarımızın eğilimleri bilinen bir şey, sırada dişlerimiz olmalı. ve asıl acı verense uzun çok uzun zamanlardır pek kimselerin yemin etmemesi...
ikinci dünya savaşı dünya tarihinin en yoğun dönemi, yaşayanlardan daha çok yaşamayanlar biliyor, zagrep radyosunun nasıl ayarlanacağını bilebilmeyen bizler... ve harta kaat, harta resim... binlerce hikaye anlatılıyor ikinci dünya savaşından, cesaretin ve korkaklığın hikayeleri. her ülkeden cesurların ve korkaklarınkiler. oysa savaşa bir kere girildi mi insan pek de korkacak bir şey bulamaz, çıkılan yolun sonunu görmemek belki biraz, ama çok değil.
iki büyük savaş daha var, daha acılı savaşlar bunlar. birbirlerine saldıran ulusların değil, aynı ulusun evlatlarının savaşları. ikinci dünya savaşının "şanlı" galiplerinin, pos bıyıklarıyla zafer pozları verenlerin korkaklığının üsrünü oldu birinin acıları. defrin sefasını sürecek olanlar cefayı çekenleri kıtanın bir kısrakbaşı gibi akdenize uzanan, pirenelerin arkasındaki yalnızlığnda ölüme terkettiler. ispanya'da azmış italyan piyadelerinin ve alman dehası uçak ve tankların bir kaşıkla kör ettiği gözlerimizden kendi kanımız boşaldı. meşru cumhuriyete arkasını dönen fransız sosyalistleri, diplomatik ilişkileri askıya alan ingiliz işçi partisi iktidarı ve dengeleri sarsmamak adına reel politik tarafsızlığını devrimci anarşist ve troçkistlerin kanına bandıran kremlin sovyetleri. 38'de berlin'e girmenin coşkusu yoktu, yenilgi, ihanet ve ölüm vardı: tam olması gerektiği yerde, akdeniz kıyısında ıslak, sıcak, dullar gibi siyahlara bürünmüş katolik topraklarda.
diğer acı savaş, zaferle bitse bile geriye zaferin tadını çıkarabilecek kimseyi bırakmadı. rus iç savaşı. oradan bir hikaye anlatmalı.
iç savaşın en keskin döneminde halk komiserleri konseyi bir kararla genç komünistleri cepheye siyasal komiserler olarak atamaya başlar. bu durum kuşkusuz çoğunluğu kır kökenli ve devrimcileşmekte ciddi sorunlar yaşayan kızıl ordu erleri için zaruri görülmüştür. ancak ordunun sürekli kayıpları ve geri çekilişi içinde bu siyasal komiserlerin erlere devrimci bir itilim kazandırmakta zorlandığı fark edilir. ve kızılordu altında troçki'nin imzasının bulunduğu bir genelge yayınlar:
"kızılordu askerleri ne korkak ne kaçaktır" diye başlar ve cephede kaçan, geri çekilen bir birliğin önce siyasal komiserlerinin idam edileceğini bildirerek noktalanır. ve bununla aynı hafta çok iyi donatılmış bir beyaz birliği durdurmak için tamamı siyasi komiserler olan gönüllülerden oluşan bir manga kurulur. gidenler dönme şanslarının neredeyse olmadığını bilerek yola çıkarlar. yolda pusuya düşürülürler ve vagonları ateşe verilir, vagonu korumak için görevli 21 genç komünist kaçmaktan başka yol bulamazlar. işte o an bir sınav başlar; yeni yayınlanmış genelge en büyükleri 23 yaşında olan bu pırıl pırıl komünistlere uygulanacak mıdır? jakoben ruhunun trajik kararlılığı ile evet! tüm dünya halklarının kurtuluşu için mutlaka kazanılması gereken bir savaşta evet!
uzatmadan, bu genç komünistler kurşuna dizilmek üzere duvar dibinde yerlerini alırlar. idam mangasındaki erlerin gözleri yaşlıdır, vuracak olanlar ve vurulacak olanlar birlikte enternasyonal'i söyleyip geçerler yerlerine, hepsi biliyordur zorunluluğu ve zorunluluğun bilincinin özgürlük sayılacağını.
ispanya'da birlikte marş söyleyemeden kurşuna dizdiler bizi, dizenler 5 yıl sonra berlin sokaklarında geçit töreni yaparlarken ispanya 40 yıl daha diktatörlüğün kirli tırnaklarıyla kazınacak etinde küçük bir sivilce gibi taşıyordu evlatlarının ızdırabını.
halbuki...
halbuki arkadaşlar gidiyor önce, saçlar ve tırnaklar beraberinde.
şu canım dünyanın orta yerinde bir başına yapayalnız, kırılmış kolumuz kanadımız, tatlı canımızdan usanmışız.
yine de marş söylemeden ölmek yakışmıyor insana.
tetiği çektiğimde kulağımda duyduğum his... 13 yaşında deldirmiştim kulağımı, o vakitler uzun saçlı olmak, küpe taşımak saldırıya uğramak için yeterli sebepti. bakınız bir seferinde mahfele -o vakitler solcuların takıldığı çay bahçesi- faşistler saldırdığında oradaydım ve en hırslı defans oyuncularının metalciler ve perinçekçiler olduğuna bizzat tanık olmuştum, yaş küçüktü benim ciddi bir etkim olmamıştı, kahrolmuştum. yaz vaktinin sonlarıydı küpeyi takabildiğimde, nedense aileyle kapışmış -hayır her salak teenager gibi evden kaçmadım zaten haber vermeden geceleri dışarı kalabiliyordum- silah sesi öyle bir şey değildi, daha uzak bir erkeklik hissi, mağfelin masalarını korumak değil de bizatihi masanın kendisi olmak gibi.
önce arkadaşları yitirdik, sıralamamız aklımızın sudaki sureti gibi ters. önce arkadaşlarımızı yitirdik, mağfel'in masaları birer birer boş çay bardaklarının küflü şeffaflığına terk edildi, saçlarımızın eğilimleri bilinen bir şey, sırada dişlerimiz olmalı. ve asıl acı verense uzun çok uzun zamanlardır pek kimselerin yemin etmemesi...
ikinci dünya savaşı dünya tarihinin en yoğun dönemi, yaşayanlardan daha çok yaşamayanlar biliyor, zagrep radyosunun nasıl ayarlanacağını bilebilmeyen bizler... ve harta kaat, harta resim... binlerce hikaye anlatılıyor ikinci dünya savaşından, cesaretin ve korkaklığın hikayeleri. her ülkeden cesurların ve korkaklarınkiler. oysa savaşa bir kere girildi mi insan pek de korkacak bir şey bulamaz, çıkılan yolun sonunu görmemek belki biraz, ama çok değil.
iki büyük savaş daha var, daha acılı savaşlar bunlar. birbirlerine saldıran ulusların değil, aynı ulusun evlatlarının savaşları. ikinci dünya savaşının "şanlı" galiplerinin, pos bıyıklarıyla zafer pozları verenlerin korkaklığının üsrünü oldu birinin acıları. defrin sefasını sürecek olanlar cefayı çekenleri kıtanın bir kısrakbaşı gibi akdenize uzanan, pirenelerin arkasındaki yalnızlığnda ölüme terkettiler. ispanya'da azmış italyan piyadelerinin ve alman dehası uçak ve tankların bir kaşıkla kör ettiği gözlerimizden kendi kanımız boşaldı. meşru cumhuriyete arkasını dönen fransız sosyalistleri, diplomatik ilişkileri askıya alan ingiliz işçi partisi iktidarı ve dengeleri sarsmamak adına reel politik tarafsızlığını devrimci anarşist ve troçkistlerin kanına bandıran kremlin sovyetleri. 38'de berlin'e girmenin coşkusu yoktu, yenilgi, ihanet ve ölüm vardı: tam olması gerektiği yerde, akdeniz kıyısında ıslak, sıcak, dullar gibi siyahlara bürünmüş katolik topraklarda.
diğer acı savaş, zaferle bitse bile geriye zaferin tadını çıkarabilecek kimseyi bırakmadı. rus iç savaşı. oradan bir hikaye anlatmalı.
iç savaşın en keskin döneminde halk komiserleri konseyi bir kararla genç komünistleri cepheye siyasal komiserler olarak atamaya başlar. bu durum kuşkusuz çoğunluğu kır kökenli ve devrimcileşmekte ciddi sorunlar yaşayan kızıl ordu erleri için zaruri görülmüştür. ancak ordunun sürekli kayıpları ve geri çekilişi içinde bu siyasal komiserlerin erlere devrimci bir itilim kazandırmakta zorlandığı fark edilir. ve kızılordu altında troçki'nin imzasının bulunduğu bir genelge yayınlar:
"kızılordu askerleri ne korkak ne kaçaktır" diye başlar ve cephede kaçan, geri çekilen bir birliğin önce siyasal komiserlerinin idam edileceğini bildirerek noktalanır. ve bununla aynı hafta çok iyi donatılmış bir beyaz birliği durdurmak için tamamı siyasi komiserler olan gönüllülerden oluşan bir manga kurulur. gidenler dönme şanslarının neredeyse olmadığını bilerek yola çıkarlar. yolda pusuya düşürülürler ve vagonları ateşe verilir, vagonu korumak için görevli 21 genç komünist kaçmaktan başka yol bulamazlar. işte o an bir sınav başlar; yeni yayınlanmış genelge en büyükleri 23 yaşında olan bu pırıl pırıl komünistlere uygulanacak mıdır? jakoben ruhunun trajik kararlılığı ile evet! tüm dünya halklarının kurtuluşu için mutlaka kazanılması gereken bir savaşta evet!
uzatmadan, bu genç komünistler kurşuna dizilmek üzere duvar dibinde yerlerini alırlar. idam mangasındaki erlerin gözleri yaşlıdır, vuracak olanlar ve vurulacak olanlar birlikte enternasyonal'i söyleyip geçerler yerlerine, hepsi biliyordur zorunluluğu ve zorunluluğun bilincinin özgürlük sayılacağını.
ispanya'da birlikte marş söyleyemeden kurşuna dizdiler bizi, dizenler 5 yıl sonra berlin sokaklarında geçit töreni yaparlarken ispanya 40 yıl daha diktatörlüğün kirli tırnaklarıyla kazınacak etinde küçük bir sivilce gibi taşıyordu evlatlarının ızdırabını.
halbuki...
halbuki arkadaşlar gidiyor önce, saçlar ve tırnaklar beraberinde.
şu canım dünyanın orta yerinde bir başına yapayalnız, kırılmış kolumuz kanadımız, tatlı canımızdan usanmışız.
yine de marş söylemeden ölmek yakışmıyor insana.