'sönmeye yüz tutan bir ateşin rüzgarla harlanması' olarak tasavvur ederdim bu sözü. mantıklı da gelirdi. mesele ateş olmak, ortalığı kasıp kavurmaksa -ki burada doğma eylemiyle kast edilen bu olsa gerek- külün altındaki kıvılcımlara gereksinim duymak kadar doğal ne olabilirdi ki?

ama böyle değilmiş kazın ayağı. bunu da kendim buldum. öldükten sonra yakılmakla ilgili bir söz. öldükten sonra dirilmek bir nevi. ünlü bir yazarın, değeri kendisi hayattayken bilinmeyen eserlerinin ölümünün yarattığı etkiyle kapışılması, yalanıp yutulmasını düşününce bu ikinci çıkarım daha da anlamlanıyor. işte burada badem gözlü yazarımız (sağlığında kör olup olmaması bizi ilgilendirmiyor bu kertede), küllerinden doğmuştur diyoruz. peki külleri savuran, külün altındaki ateşi harlandıran rüzgar ne? ölüm. bir paradoks mu var ortada? ölmeden küllerinden doğmak mümkün değilse, durmadan ölen durmadan doğan biri mi söz konusu oluyor? kafam karıştı yine. ne güzel, tam da gerçek anlamı bulduğumu düşünüyordum. ölen eski anlam küllerinden doğdu; allak bullak etti beni. işte buradan da bir çıkarım: anlam hayatı zindan eder...