laneth'teki telif yazarlığım üçüncü ayını doldurdu herhalde. türlü tuhaflıklara kalkıştım bu süre içinde, birbirlerine çok uzak sayılabilecek yazılar yazdım, öykü, şiir, sataşma hepsini yaptım. buna rağmen ne tek kuruş telif, ne tek bir tebrik (yok yok ara ara still cursed sırtımı pışpışlıyor). her konuda yazdım nerdeyse. bir tek sinema ve müzik kaldı, o da benden çıkmıyor mirim, ne görsel estetiğe uygunuz ne de sağlıklı bir müzik kulağına sahibiz.

ama hiç değilse müzik konusunda yazmayı denemediğimi kimse söylemesin; one more cup of vakit tamam modern çağın ilmiyle yapılmış çok acayip bir şaheser olacaktı. still cursed, bir takım yüksek katlardaki tanıdıklarını araya sokmak, çeşitli hilelerle edinilmiş bilirkişi raporlarını karşımıza çıkarmak suretiyle bunu müzik kategorisine almadı. o zaman sesimizi çıkarmadık, sabrettik (niye çoğulsa, birader, mırç ve ben mi acaba). ve benim de yazabileceğim bir müzik yazısının zamanı geldi nihayet.

sol kulakta bir miktar tahribat var, sağ taraf lafta sağlam da müzikten anlamıyor, eğitimli de değil. sonuç olarak iyi müzikle kötü müziği ayırt edemiyor kulaklarım, ama neyseki kafam biraz daha başarılı. bir müziğin ruhu oldu mu derhal farkına varıyor. çok müziğin ruhu vardır elbette, yine de bizim, dünyada tamamlanmamış işleri kaldığı için semanın bir yerlerinde serseri gezinen kayıp ruhlarımızı bulabildiğimiz pek az müzik vardır. kırıka, bunlardan biri, özel bir iş yapıyorlar.

vaktiyle kıbrıs'ta eski adıyla kormakitis ya da yeni adıyla koruçam olan maronit köyüne gitmiştik. kuzeyde kalan tek maronit köyüdür, hatta tek hristiyan köyüdür, güneyde de birkaç tane maronit köyü varmış. günlerden pazardı, manastırın (kilisenin sandık biz önce) tam karşısında köyün meydanına bakan, hatta bizatihi köyün meydanı sayılabilecek bir meyhane var. yorgo ya da yorgi'nin yeri diye kalmış aklımda, ama bu çok tanıdık meyhane ismini ben sonradan da yapıştırmış olabilirim. karşıdan gelmiş rumlar var, pazar ayininden çıkanlar var, ingiliz olduklarını düşündüğüm iki ailelik bir ekip var, tek türk biziz. zaten kıbrıs kada bir yer için bile anasının dininde olan bu köye turist pek gelmez, bilen gelir. tur firmaları gezi düzenlemez araba kiralayan ingiliz gelir, üstelik maronitler de turizme çok meraklı adamlar değildir. garson kızımız (yorgonun kızıydı galiba ve bütün meyhaneci güzellerinin ideası olduğunu hala düşünürüm) türkçe falan iplemiyor, ingilizce söylüyoruz derdimizi. akşama doğru meyhane iyice doluyor, yemek yeniyor, biz kıbrıs'ta arabası en çok durdurulan zerzevat olduğumuzdan birayı tane tane içiyoruz, ama yemeğe hayır diyecek halimiz yok. o ara yaşlı bir maronit rumca bir türküye başladı, öyle durduk yerde, programsız. çatallı bir ses, oldukça ağır bir arap aksanıyla (çok bilirim ya rumca hemen aksanı çıkardım, ama inanın belli ediyor kendini) ağır bir türkü. rumlardan birkaçı eşlik eder gibi oldular. sonra o bitirince karşı masadan yaşlıcana bir rum diğer genç rumların anlamadığı bir dilde bir türkü patlattı, bu sefer biraz neşeli. aralarda kadehler kaldırılıyor, "aman aman"lar gidip geliyor, diyelim yan masadan size "of oooof" söyleniyor, tabağı tutulmuş tempo ile doldurup geri yolluyorsunuz. bu arada siparişlerden yorulmuş maria (garson kız, tabii ki tanışmayı başardık, ismini öğrendik) ortadoğu'ya has inanılmaz bir buğulu sesle eşlik ediyor onlara. bir acayip taverna havası, bir katafonik ama bir o kadar da eşsiz bir güzellik. dört ya da beş ayrı dilden ve ulustan insan topluluğu beşparmak dağlarının abuk ve ücra bir köşesinde çok acayip bir bremen mızıkası organize ediyor. sonlara doğru ingilizler de katıldı tam oldu hatta.

kırıka böyle bir şey, akdeniz havzasının taverna ruhunu diriltiyor. ama mesela kardeş türkülerden farklı, söylediği şarkıların tamamı türkçe sayılabilecek bir dil. üstelik çoğu şarkıyı da (hepsi de olabilir) kendileri yazmışlar. genelde koroyu da çok tercih etmemişler, nargilem dışında tek bir vokalistle ekonomik denilebilecek şekilde idare etmişler işi. dili de tam anlayamıyorsunuz gerçi, biraz kafa yapıyor, biraz mayhoş bir tad bırakıyor. enstrümanları da tam anlayamıyorsunuz, buna takılmayın, ihtiyacınız olan şey anlamak falan değil. salmak öyle benliği bu sarhoşluğun içine. özellikle kırk stüdyoda yıkanan, bin mikserde damıtılan çağın en ince akor bozukluklarını yakalayan mucize dokunuşları altında yumuşatılıp servise sunulan şarkılar değil bunlar. yine de çok ciddi bir emek harcandığı dinlerken anlaşılıyor, zaten grubun kurulmasıyla albüm arasında nerden baksan (ben de internetten baktım, nerden bakaydım) 7-8 yıl var.
ilk dinleyişin ardından bir kısım müziksever (haha!) "egzotik bir tadı var, fakat vokaller ağır, sözler saçma, enstrümanlar uyumsuz falan diyebilirler" rabbim onları michael jackson'ın büyük cehennem turnesinde ağırlasın, biletlerini kessin şimdiden. elbette vokaller ağır, artık kapalı alan sayıldığı için sigara içilemeyen o eski tavernalardaki havayı düşünsenize, sigara içen var, cigara içen var, nargilede kimbilir ne tip narkotikler fokurdatan var, araya giren sesler ve gidip gelen rakılar var... pardon da oraya lorenna mckennıt kosan görmeden dinleyen adam vokali mükerrem kemertaş sanır. sözler saçma değil, sözler bu işe çok uygun, üstelik hepsi öyle post modern falan değil, mesela "dört mevsimli gözler" klasiğe yakın ifadelere sahip. ama ispirtocu saim'in sözleri saçmaymış derseniz katılırım, bizim taverna ahalisiyle toplanıp sizi bir temiz döveriz. bu bir kültür, anlamıyorsanız, düşmüşlüğü bilmiyorsanız, yanından geçmeyeceksiniz. mutlaka içki içmek gerekir demem, ayıptır, sonra mahalle baskısı faili oluyoruz, ama mutlaka eski yüzyılın şu demli tadını alın derim. kırıka'yı biraz dinleyin, hiç değilse bir şans verin.

ben müzik yazısı yazdım, bu bir müzik yazısıdır. ama tabii grubun ayrıntılı bilgilerine ve kendileri için söylediklerine bakmak isterseniz şurayı ziyaret edeceksiniz:
http://www.kirika-smyrna.com

ben müzik yazısı yazdım, bu bir müzik yazısıdır, ısrar ediyorum sayın moderasyon. sonra baya geç saatte maria'ya laf attık, bir on dakika ingilizce hoşbeş ettik. sarhoşuz haliyle buradan magosaya kadar nasıl gideceğiz biz, halden anlasa, yanağımızdan makas alıp kalacak yer teklif etse ya, bir tarkan bir kara murat havamız varmış gibi davransa hatta. maria durdu durdu, kapatacaklarını söyledi, yorgunmuş. dedim "you close but i am just opening" anlamadı, kara saçlarını arkaya atıp buğulu bir kahkaha patlattı, hancının kızından kopardığımız bu kahkaha ile yetinip tuttuk magosa yolunu. ha hesap çok fena girdi, giderseniz aklınızda olsun, ama maria dünyanın en güzel kadını, o da aklınızda bulunsun.
adamlar çalıyor abicim.. hem de hiç uzaklardan değil.. buram buram anadolu kokuyor.. ülkenin dört bir köşesinden ezgiler dinletiyorlar bize..
2 hafta önce izmir.de hayalbaz.da çıktılar.. bu sigara yasağıydı falandı filandı derken insanlar barlardan kendilerini soyutlamaya başlamışlardı.. ee haliyle ortam çok sakin oluyordu.. ama kırıka var ya bu kırıka.. adamlar geldiler üstelik peşlerine dinleyici ordusu takıp geldiler.. üst katta değil oturacak yer adım atacak yer yoktu.. üstelik o karmaşada insanlar bir ara zeybek, bir ara çiftetelli bir ara da sırtaki oynuyorlardı..
adamlar eğlendiriyor kardeşim.. izmirde yaşayan arkadaşlar merak ettilerse bu kırıkayı ocak ya da şubatta yanlış bilmiyorsam kırıka bir dah hayalbaz.da sahne alacak.. hatta bakarsınız yılbaşını hep beraber kutlarız..
http://www.hayalbaz.com
hayalbaz programlarını burdan takip de edebilirsiniz.. önümüzdeki aylarda siya siyabend, bandista, kara güneş, vs. etkinlikleri olacak...