elime yüzüme bulaştırmıştım, ihtimaller çerçevesinde yaptığım ince hesapları... birikmiş okunmayı bekleyen dağ gibi kitaplarımın arasında kalakalmıştım... ayakta alkışlanası haller içindeydim... iftihar etmeliydim kendimle. bocalıyordum, kabuğunu kırıpta evreni sorgulamaya başlayan bir yaratık gibi... ben miydim çok şairane? beynim miydi tımarhane? cevapsız soruları sormakta ısrarcıydı zihnim yine... 'eli boş gözü tok' olmak mıydı hayat gayem? ki eğer bu ise, fazlasıyla başarmış olmalıydım bunu. hep bir yerlerim eksikti benim. bir yerlerim işte ne bileyim... umutla açılıp kazançla kapanmayan ahlarım çoğalıyordu sanırım. birileri dürtüklemeli beni artık!
bulanmış zihinler ve kibirli insan müsveddelerinden gına gelmişti. soğuk bir maşrapa su yiyesim var tam da rüyamın göbeğinde...
'sanki bir şeyler ters gidiyor' imajı veriyor ruhum habire. 15'inden kurtulamamış sivilceli ergen gibi hissediyor olmalıyım elbette... ben zorlamıyorum ki hayat beni zorluyor efenim, evet var mı bir itirazın olan?... kadim zamanların son sükã»net çağrıları yankılanmakta, bu aşikar... peki, vicdanın iyi bir gardiyan olduğunu savunanlara kaç puan verirsiniz?
ufuklara yelken açmaktan çok, bulunduğu noktadaki sorumluluklarını fark etmeli her canlı. böceği, sineği, kurdu, kuzusu, insanı, insan gibi olanı hepsi dahil. yani ne demeli? "aldanan kardadır, aldatan düşünsün" mü? hayır, bizatihi ne aldanmalı ne de aldatmalı. varsayalım ki: kelebek kadar kısa ömürde bir dikili ağacı bırak, otun bile yok. "tebessüm bedavadır; vereni üzmez alanı mutlu eder." demiş şems. eee? var mı tebessümden daha büyük cennet bahçeleri? insan sevdiğine gülünce, dünya gülmüyor mu alemde? cevizi kırıpta özüne inmeyen hepsini kabuk zannediyor olmalı.
daha çok ağlayacak farid farjad'ın kemanı, daha çok masum sanılacak göksel baktagir'in aşkı ve daha ağustos'ta çok üşüyecek ağında çırpınan balık... hayallerden gülebilen dünyalar yaratmadıkça yaradan... kelimelerim dursa, aklım ziyan olurdu... sonbahar çökmezse yaprağıma, çocuk saflığında güleceğim gülünecek hallere ve yazacağım yazılacakları yine ahenkle sessizce, kendi köşemde...
bulanmış zihinler ve kibirli insan müsveddelerinden gına gelmişti. soğuk bir maşrapa su yiyesim var tam da rüyamın göbeğinde...
'sanki bir şeyler ters gidiyor' imajı veriyor ruhum habire. 15'inden kurtulamamış sivilceli ergen gibi hissediyor olmalıyım elbette... ben zorlamıyorum ki hayat beni zorluyor efenim, evet var mı bir itirazın olan?... kadim zamanların son sükã»net çağrıları yankılanmakta, bu aşikar... peki, vicdanın iyi bir gardiyan olduğunu savunanlara kaç puan verirsiniz?
ufuklara yelken açmaktan çok, bulunduğu noktadaki sorumluluklarını fark etmeli her canlı. böceği, sineği, kurdu, kuzusu, insanı, insan gibi olanı hepsi dahil. yani ne demeli? "aldanan kardadır, aldatan düşünsün" mü? hayır, bizatihi ne aldanmalı ne de aldatmalı. varsayalım ki: kelebek kadar kısa ömürde bir dikili ağacı bırak, otun bile yok. "tebessüm bedavadır; vereni üzmez alanı mutlu eder." demiş şems. eee? var mı tebessümden daha büyük cennet bahçeleri? insan sevdiğine gülünce, dünya gülmüyor mu alemde? cevizi kırıpta özüne inmeyen hepsini kabuk zannediyor olmalı.
daha çok ağlayacak farid farjad'ın kemanı, daha çok masum sanılacak göksel baktagir'in aşkı ve daha ağustos'ta çok üşüyecek ağında çırpınan balık... hayallerden gülebilen dünyalar yaratmadıkça yaradan... kelimelerim dursa, aklım ziyan olurdu... sonbahar çökmezse yaprağıma, çocuk saflığında güleceğim gülünecek hallere ve yazacağım yazılacakları yine ahenkle sessizce, kendi köşemde...