hani olur ya kelimeler toprak parcasi gibi içinizde ucusur sizde onları balçık haline getirip bir bütün hale getirirsiniz.

bazı vakitler ıkına ıkına, çoğu vakit ıkınmaktan bezip vazgeçerek, nadir anlarda da bir çırpıda birbirlerine kenetlersiniz.

sokakların durumu malum ya yazı yazılacak mahrem bölgenizin hali..

gitgide saygısız, terbiyesiz, dünya kıçına minare götüneliği şiar edinmiş olanları dolaylı yahut dolaysız tecavüzleri ne yazık ki kelimeleri önce bir intizama, sonra kaba işciliğe en sonunda ince işlemlerle dile getirmenizi engellemektedir.

yazı yazmak hatta konuşmak bile konsantrasyon işidir. elbette yazı yazmak daha derin konsantrasyona ihtiyaç duyar, fakat konuşmada bir tip konsantrasyon işidir.

diyelim ki haklı olduğunuz konuda size develik yapan kişiyi avusturya diplomasi ile göt üstü murat üstü ederken tehlikeyi sezen lalezarın köseye sıkışmışlığın can havliyle develiğinin katmerlendirmesi, dangalakça konu değiştirmeye çalıştırması cümle kurmayı rafa kaldırıp ağız göz allah ne verdiyse girme isteğinizi fişeklemiyor mu? elbette fişekliyor yemeyelim birbirimizi, gandi değiliz hiç birimiz...

hele ki türkiye cumhuriyeti gibi kısır tartışmaların ve boktan ayrıntıların ciddi meseleymiş gibi önümüze arz edildiği ve buna gündem denildiği diyarda cıldırmamak kolay bir iştir.

çoktur gazeteleri elime aldığımda ilk baktığım yer dış haberler oluyor. hiç olmazsa nefes alma olanağını o sayfalarda buluyorum. bir kaç severek okuduğum kalem sahibinin yazılarını okuyorum, arada sırada gerçek kapasitelerini ortaya koyabilenleri.

diğerleri mi? yani spor, siyaset falan filan tayyip mayyip baykal maykal falan filan mı? aşağı yukarı ne olduğu bilmek zorunda bırakıldığım için bu senaryoları tekrar seytettiğim film gibi gördüğüm için umursamıyorum bile. bazı vakitler estiğinde söyle bir göz atma falan filan....

örümcek ağına ebelenmiş bir arı misali vızvız eden, vızvız edeceğine o ağı parçalamayan ya da parçalamak işine gelmeyenleri de fazla iplemiyorum.

sonuç mu? pierre henri cami'nin iğne atsan yere düşmez ruh karanlığında, montrmatre pencerede manzara, ucuz şarap bir hayattır diyerek, ekmek elden su gölden bedava pandispanya....
bazı kelimeleri cümlenin neresine koyarsan koy devriliyor. dengeni bozacağı kesinse o anlamı o cümleye yüklemeyeceksin. elimde bunlardan binlerce var. ne zaman iki kelime konuşmaya kalksak, tabu oynar gibi, yanlış bir şey söylememek için kıvranıyorum. böyle böyle seninle konuşmayı da unuttum. senede bir mi, iki mi? o kadar dar, o kadar saçma, o kadar kıymetli vakitler ki... o kadar çok zaman geçmiş oluyor ki, her şeyi sığdırmaya çalışırken hepsi yarım-yamalak, hepsi bölük-pörçük. havada uçuşan kelimeler... hangisi hangisinin yanına gelse sorun çıkıyor. neyse ki sorunları çok seversin. kelimeleri de. her şeyi seversin ve hiçbir şeyi yeterince değil. sana her şeyimi vermek isterken elimde kelimelerden başka bir şey kalmadı. al bunlarla ne yaparsan yap.