nasıl oldu bilmiyorum, niçin oldu onu bilsem bu yazıyı yazmazdım.

bir zaman geldi ve kendi kendime itiraf ettim sadece meraktan mürekkep bir insan olduğumu anladım ondan gayrı hiçbir şey olmadığımı.

çünkü hiç bir şey beni çekmiyordu, hiç bir şey benim başımı ve döndürmüyordu. ayaklarımı yerden kesecek herhangibi bir şey yoktu.

sadece beni hayata bağlayan yegane şey meraktı. sıfatı ne olursa olsun merak ettiğim şeyi anlayacınca soğuyordum. ha omo deterjan ha merak ettiğim şey.

belki bu yüzden dolayıdır ki ömrüm yamalı bohça gibi oldu badem ağaçlarının sulamasıyla roma dönemi epigram şairlerinden martitalis yan yana durdu ve bu istemesem de bana bir orjinallik kattı.

bir hopörlörden mehter marşı diğer hopörlerden screamin jay hawkins melodsi çalarken bense bu tezatların ortak noktası olarak hayatımı sürdürdüm.

sanki bir sınır kasabası gibi.

ne meksikaya ne de amerika birleşik devletlerine ait olan bir kasaba.

şikayet ettim mi bundan? ettim hem de çok. ama şikayet ettiğim merciler şikayetler yaradana ben kapalıyım dedi.

ben de dilekçemi yaradana yazdım ama yaradan hiç ses çıkarmadı. dilekçemi belki sümenaltı yaptı.

bendeniz madem öyle dedim ya bildiğin yolda yok ol dedim ve bildiğim yolda yürümeye devam ettim.

gerçi yok olmak başka türlü de mümkündü. başkalarının rüyalarına göre yaşayıp her gün azar azar tükenmek gayet mümkündü.

ama hayır dedik ya bir kere bildiğim ve benimsediğim yolda yok olmayı seçtim.

elimde binlerce done var. onlarla huzurluyum. kimsenin merak etmediği ve anlamaya tenezzül etmediği ya da modası geçmiş insanları akıl hocam yaptım.

mesela bunlardan biri kurt vonnegut.

zincirleme sigara içiyorum. sigarayı bırakma deneylerimin sonucunda sigarayı hiç bir zaman bırakamayacağımı anladım ve bu deneyler benim daha fazla sigara içmeme sebebiyet verdi.

bir çok şeyleri öldürdüm. içimdeki peygamberi çoktan öldürdüğümden dolayı etrafımda olan bitenlerle ilgim kepek ekmeğinin lüfer balığıyla olan ilgisi kadar, yani hiç.

ama bütün bunlara rağmen güneş yine doğacak ve herşeyin güzel olacağına dair inancımı yitirmedim.

vakityle aziz pavlus romadan kaçıyormuş karşısına isa çıkmış. pavlus!a sormuş nereye gidiyorsun diye. pavlus romaların hödük olduğunu ve kendini öldürmek istediklerini söylemiş ve ondan kaçıyormuş. isa ise ben romaya gidiyorum ve tekradan çartmıha gerilmem gerekiyor demiş. aziz pavlus bu kelam yüzünden romaya geri dönüp mücadelesi devam etmiş falan filan.

onun mücadelesi hiç bir zaman bitmedi. hep yenildi ve hala yeniliyor, isan o yenilgilerden dolayı kendini öldürürdü.

ama yaşamayı seçenler insan ırkını devamını sağladı. ölümü seçenler değil. sezarın uğruna cartayı çekenler sadece catayı çektikleriyle kaldı. ama birşekilde yaşamayı ve etrafında yaşamayı dikte edenler yaşadılar ve yaşayacaklar.

bizler onların devamıyız.

bütün silahlarını kaybetmiş umutsuzca direnen ama direnmek için bahaneler bulan en ufak şeyi bile hayalleriyle ve kişisel melekeleri ile boyayıp onu yenilir yutulur hale koyanlar ve bu dünyada hüküm sürmüşlerdir ve süreceklerdir.

bu yazımın sonu yok olamazda.

o halde victor james daley ruhun sesi şiirini parlatayım;

gençlikte, hayatın parlak kırmızı nehri
hızla akarken damarlarımızda,
ruhun sedası sur sesi gibi
bir arbedeye çağırır bizi.

ruh reddeder hapsedilmeyi
ve büyük bir güç hisseder
ölçmek için yıldızların,
ve sonsuz fırtınanın siperlerini.

gençlik kaybedilir,
ruhun çamurdan evinin zindanda büyümesi gibi.
bir zamanlar müziğin yükselen ritimli sesi
fani fısıltılarda ölür gider.

fakat bir gün ağrılı bir hastalık
harap eder vücudun duvarlarını,
ruhun sesi yol alır bir dehliz boyunca
gider gibi bir sur çağrısına.

fondaysa gitmek isterken ruhun hiç kal dedi mi bedenin makamından bir şeyler işte....