siz hiç yolda yürürken, bir yere tezek yetiştirmek için alelacele koştururken, durup dururken bilnçsizce ben ne yapıyorum yahu nereye gidiyorum dediniz mi?

ister kalabalık bir cadde olsun isterse alabalık bir cadde olsun zink diye durup arkanizdan sizin gibi aceleniz olan birisi size çarpmak zorunda kaldı mı?

tam siz özür dileyeceğiniz sırada o size özür diledi mi?

şehr-i istanbul denilen avuç açmaya bile değmez yangın yerinde böyle şeyler nadiren de olsa oluyor.

1930'lar da ekonomik kriz sırasında bir çok amerika birleşik devleti tebası işsiz kaldı. bütün günlerini kaldırım kenarlarında dikilip çene yarıştıran, yazı tura atan bu kişilerin hayatını bir yan enstrüman olarak -belki temel enstrüman olarak- woddy allen'in kahirenin mor gülü filminde izlemisiniz.

hani mia farrow bir garson kız rolunde kocası danyy aiello ise issiz kalmış iş bulmaya pek niyeti olmayan kişi rolundeydi. beyaz perdede oynayan oyuncu rolunden sıkılıp gerçek dünyaya arz-i endam ediyordu da ortalık harman dalına dönüyordu. artık yeksenak kozmosundan sıkılmıştı oyuncu. ama reel dünya da kazın ayağı öyle değildi. bu çelişkileri dört gözlü new yorklu celimsiz cüce ne güzel anlatmişti.

elbette bu çelimsiz cüce 'yünlü elbisem beni kaşındırdığı için intihar edeceğim' diye bir cümle kuran woody allen'dir.

bunalım dönemlerinin kendi içinde yaşadığı bunalımlarn matrağını yapan woody allen hiç bir zaman mükkemmelik peşinde koşmamıştır. çünkü mükemmelik mutluluk gibidir. sadece kafa da oluşan bir kavramdır. bir hülyadır.

bence insanlar için ruh ile beden arasindaki buyuk catismayi ve muammayi ortak paydada bulusturabilmektir mükkemmelik. çünkü ruh terk-i diyar etmek ister iken beden kalmak ister.

ruh yel değirmenlerine harp etmek ister iken beden 'hey amigo ne yapiyorsun sen' der.

ruh yasamak ister iken beden önce saglik der.

işte bu ikisi yasam boyunca birbiri ile catisir.

bazen beyinin beden yetisemez, bazen de bedenini isteğine beyin boyun egmez.

sonuc mu olan boyuna olur efendiler. bir ordan bir buraya zıp zıplarken en büyük açıları ceker.

gün gelir bu hayati organ kireclenir.

sık sık arıza cıkarmaya başlar.

isyan eder artık kafaya da bedene de.

polonya olmaktan bıkmıştır.

üzerinin çiğneip geçilmesinde bıkmıştır.

hep ayvayı o yemiştir.

ruh suç işler giyotinle kesilir.

beden puşluk yapar ip geçer.

ruh ve beden fanilikte baki kalmak için emretmek ister. ama su basını tutanlar ipek kementle onu boğarlar. yahut mösyö kırkbeşlikten çıkan bir adet kurşun boyna saplanır.

ezayi da cefayi da boyun çeker.

hani vardır ya bir deyim karagöz polo oynayacak diye hacivat atin masralarini karşılamasi.

san söhret ruh ve bedene eza cefa boyuna.

vurun boynunu deyyusun diye mühür sahipleri emir verir. olan garibim boyna olur.

bütün ömrü boyunca kafa denilen kemikli ve yumuşak et yiğinini taşir.

doğal ölümlerde kalbin son cinlamasidir.

yol geçen hanıdır.

yol tek yöne akar.

ters yöne aktığı vakit ortalık berbat olur.

adem babamız elmayı yerken -bence ayvaydi- aman elma girmesin diye miğdeme diye sıkar onu sekli simali bozulur.

kabahat kimin? yilanin değil havva da değil elbette, suc ademde. adem hiyarto olmasaydi elmayi yemeseydi.

şimdi cennet bahcelerinde gel keyfim gel yapacaktik.

konuşmak için boyna ihtiyacimiz vardir, cünkü ses telleri ordadir.

ama biz bunu n kıymetini bilmeyiz hatta bol bol illeniriz.

boynun altinda kalsin deriz.

hatta deveye bile sorariz.

niye boynun eğri diye.

o da nerem doğru ki der.

bu kadar eza cefa için o gene büyük bir inatla görevini icra eder.

artık birileri boynu adam yerine koymalari.

boynun adam yerine konulmadiği dünyada hiç birşeyin manası yok bence.

ne demiş nietzche;

evini ateşe veren öğle yemeğini de unutur ve bu yüzden bazen yemeğini küllerde arar insan...