az evvel babamı aradım konuşurken; "hayatta kimseyi kendine benzetemezsin, sana benzemesini bekleyemezsin. böyle bir şey yok. sen sadece elindeki teraziyi dengede tutmaya çalış" dedi.
gülümsedim be baba, biraz acı, biraz içli. neden dersen; hayatı boyunca herkesi kendine uydurmaya çalışan, beni kendine benzetmeye çalışan bir kadınla evlisin. hani ona laf, söz anlatamadığın zaman "ne zor kadınsın, hanım" diyorsun ya fena halde üstüme alınıyorum, fark etmiyor musun?
sen benim içimdeki sevecen, çocuk tarafımsın ama ben seni hep içimdeki kadın taraftan korumaya çalışıyorum. ha evet içimdeki kadını annem oluşturdu babacım. sen yoktun o zamanlar, bilmezsin. o ne derse öyle oldu. senin yokluğunda annem beni bir kar küresinin içinde büyüttü.
biliyorum annemin bunca yalnız kalışına hakverirsin, savunursun; hepimizi o ayağa dikti diyecek kadar da yüceltirsin eşini.
uzak diyarlardan yazdığın mektupları hiç göstermedi annem ama bir kaç fotoğrafın arkasında ona yazdığın teselli şiirlerinin bazılarını okudum. yokluğunu ne kadar dindirdi, bilemeyiz. o kutu annemin içinde kapalı.
bir çocuk ne zaman baba demeyi öğrenir? ben ne zaman baba demeyi öğrendim bilmiyorum.
o kadar çok zorluyorum ki hafızamı seninle neşeli bir anı hatırlayabilmek için ama yok. birlikte dışarıda yediğimiz bir yemek, oynadığımız bir oyun, gittiğimiz bir tatil, bir film, bir eğlence... bir tane bile yok. bizim seninle ben çocukken fotoğrafımız bile yok. o zaman fotomontaj denilen teknoloji olsaydı, kendimi senin kucağına konduruverirdim inan.
ben babasız yıllardan full-time babalı yıllara geçtiğim sene liseye de geçmiştim. annem de artık eşim var diyordu. annemin önce çocukları sonra kocası oldu. ne tuhaf dimi?
şimdi bazen sen bu kadına "ne zor birisin" diyorsun, alınıyorum baba.
zordu çünkü.
bütün arkadaşlarıma babam var deyip varlığını gösterememek zordu. illüzyon gibiydin aslında hayatımızda. ben kapının önünde oynarken zamansız, aniden köşeden gelirdin. hep telaşlı adımlarla yürüdüğünü hatırlıyorum. hep bir şeylere geç kalıyor gibiydin. kaldın da zaten.
benim ilk yürüdüğüm an'ı gördün mü acaba? ya da ilk dişimi. doğduğum günü, seyir defterlerinden birine not etmişsin çok eskiden görmüştüm, muhtemelen o günde yoktun. sen geldiğin zamanlar annem komidinin üzerine yeşil kaplı bir pasaport bırakırdı; o, o kadar sendi ki benim için; açmaya cesaret edemezdim. ama hiç konuşmayan abim bir gün bütün sayfalarını yırtmış, annem anlattı.
fakat bir sürü ülkelerden gelmiş, o zamanlar kimsenin evinde olmayan şeyler olurdu bizim evimizde.
biz onlara bakar seni anardık. annem çoğunu vitrinde saklardı. sen zaten dokunulmazdın, eşyalarında öyleydi.
anneme bizi sevip sevmediğini sorduğumuzda, baban sizi çok seviyor, hep geceleri sen uyurken öpüyor derdi. benim uykum çok hafiftir baba. tık deseler uyanırım ama hiç bir gün senin yanıma geldiğini, annemin söylediği gibi öptüğünü hatırlamıyorum. bir kere bile uyanmadım. ne tuhaf dimi? ya da annem böyle anlattığından, öpersen kaçırmayayım diye ben bütün uykularımı dikenler üstünde uyudum.
yokluğunun en sevdiğim tarafı annemin ablamla beni yatağına/yatağınıza almasıydı. ortalarına yatmayı çok severdim. sen gelince kendi yataklarımıza dağılmak zorunda kalırdık.
sonra biz senin yokluğunda 80 darbesini gördük. aa evet ufaktım ama hatırlıyorum eli silahlı askerlerin oturduğumuz siteyi bastığını, annemin korkuyla üçümüzü de kendi yatağına aldığını. o kapının önünde çam ağacının altında eli silahla duran asker görüntüsü hiç gitmedi gözümden. bugün bile net. endişelenmişsindir muhakkak. çaresizlik ne fena dimi baba? istesen bile gelemezdin. birimize bir şey olsa yetişemezdin.
evet bak kar küresi diyordum. annem hep "size bir şey olursa babanıza nasıl anlatırım" derdi o yüzden sen gelene kadar ben o kar küresinin içinde büyüdüm işte.
senin işinde zordu gerçi, uzaktan bir telsizle ailene kurallar koymak, bunu annem üzerinden yapmak. annem hep senin varlığını o kurallar ile hissettirmeye çalıştı. yoksa sardı, göğsünde uyuttu, öptü, yedirdi ama bunların hiç biri senin yerine geçmedi. o kadın yirmi yıla yakın hem sen hem kendi olmaya çalıştı. o sırada biraz duvar gibi olduysa, biraz kaya gibi olduysa hak vermek lazım. onun kırılma şansı yoktu.
kızlar babaları gibi bir adam isterlermiş, yok babacım ben sana azıcık benzeyen bütün adamlardan kaçtım ama yine de hep giden adamları seçtim çünkü ben bir adamın arkasından el sallamayı annemle öğrendim çünkü acı çekmek için yetiştirildim.
dünyanın kocaman bir yer olduğunu senden, sevdiğine sabredebilmeyi annemden öğrendim.
"hayatta kimseyi kendine benzetemezsin", diyorsun ya baba benzetemezdin ki zaten. senin şimdi herkesi olduğu gibi kabullenmekten başka çaren yok. annemi kabullendiğin, sevdiğin gibi.
anneme "çok zor kadınsın" deme baba, vallahi alınıyorum.
gülümsedim be baba, biraz acı, biraz içli. neden dersen; hayatı boyunca herkesi kendine uydurmaya çalışan, beni kendine benzetmeye çalışan bir kadınla evlisin. hani ona laf, söz anlatamadığın zaman "ne zor kadınsın, hanım" diyorsun ya fena halde üstüme alınıyorum, fark etmiyor musun?
sen benim içimdeki sevecen, çocuk tarafımsın ama ben seni hep içimdeki kadın taraftan korumaya çalışıyorum. ha evet içimdeki kadını annem oluşturdu babacım. sen yoktun o zamanlar, bilmezsin. o ne derse öyle oldu. senin yokluğunda annem beni bir kar küresinin içinde büyüttü.
biliyorum annemin bunca yalnız kalışına hakverirsin, savunursun; hepimizi o ayağa dikti diyecek kadar da yüceltirsin eşini.
uzak diyarlardan yazdığın mektupları hiç göstermedi annem ama bir kaç fotoğrafın arkasında ona yazdığın teselli şiirlerinin bazılarını okudum. yokluğunu ne kadar dindirdi, bilemeyiz. o kutu annemin içinde kapalı.
bir çocuk ne zaman baba demeyi öğrenir? ben ne zaman baba demeyi öğrendim bilmiyorum.
o kadar çok zorluyorum ki hafızamı seninle neşeli bir anı hatırlayabilmek için ama yok. birlikte dışarıda yediğimiz bir yemek, oynadığımız bir oyun, gittiğimiz bir tatil, bir film, bir eğlence... bir tane bile yok. bizim seninle ben çocukken fotoğrafımız bile yok. o zaman fotomontaj denilen teknoloji olsaydı, kendimi senin kucağına konduruverirdim inan.
ben babasız yıllardan full-time babalı yıllara geçtiğim sene liseye de geçmiştim. annem de artık eşim var diyordu. annemin önce çocukları sonra kocası oldu. ne tuhaf dimi?
şimdi bazen sen bu kadına "ne zor birisin" diyorsun, alınıyorum baba.
zordu çünkü.
bütün arkadaşlarıma babam var deyip varlığını gösterememek zordu. illüzyon gibiydin aslında hayatımızda. ben kapının önünde oynarken zamansız, aniden köşeden gelirdin. hep telaşlı adımlarla yürüdüğünü hatırlıyorum. hep bir şeylere geç kalıyor gibiydin. kaldın da zaten.
benim ilk yürüdüğüm an'ı gördün mü acaba? ya da ilk dişimi. doğduğum günü, seyir defterlerinden birine not etmişsin çok eskiden görmüştüm, muhtemelen o günde yoktun. sen geldiğin zamanlar annem komidinin üzerine yeşil kaplı bir pasaport bırakırdı; o, o kadar sendi ki benim için; açmaya cesaret edemezdim. ama hiç konuşmayan abim bir gün bütün sayfalarını yırtmış, annem anlattı.
fakat bir sürü ülkelerden gelmiş, o zamanlar kimsenin evinde olmayan şeyler olurdu bizim evimizde.
biz onlara bakar seni anardık. annem çoğunu vitrinde saklardı. sen zaten dokunulmazdın, eşyalarında öyleydi.
anneme bizi sevip sevmediğini sorduğumuzda, baban sizi çok seviyor, hep geceleri sen uyurken öpüyor derdi. benim uykum çok hafiftir baba. tık deseler uyanırım ama hiç bir gün senin yanıma geldiğini, annemin söylediği gibi öptüğünü hatırlamıyorum. bir kere bile uyanmadım. ne tuhaf dimi? ya da annem böyle anlattığından, öpersen kaçırmayayım diye ben bütün uykularımı dikenler üstünde uyudum.
yokluğunun en sevdiğim tarafı annemin ablamla beni yatağına/yatağınıza almasıydı. ortalarına yatmayı çok severdim. sen gelince kendi yataklarımıza dağılmak zorunda kalırdık.
sonra biz senin yokluğunda 80 darbesini gördük. aa evet ufaktım ama hatırlıyorum eli silahlı askerlerin oturduğumuz siteyi bastığını, annemin korkuyla üçümüzü de kendi yatağına aldığını. o kapının önünde çam ağacının altında eli silahla duran asker görüntüsü hiç gitmedi gözümden. bugün bile net. endişelenmişsindir muhakkak. çaresizlik ne fena dimi baba? istesen bile gelemezdin. birimize bir şey olsa yetişemezdin.
evet bak kar küresi diyordum. annem hep "size bir şey olursa babanıza nasıl anlatırım" derdi o yüzden sen gelene kadar ben o kar küresinin içinde büyüdüm işte.
senin işinde zordu gerçi, uzaktan bir telsizle ailene kurallar koymak, bunu annem üzerinden yapmak. annem hep senin varlığını o kurallar ile hissettirmeye çalıştı. yoksa sardı, göğsünde uyuttu, öptü, yedirdi ama bunların hiç biri senin yerine geçmedi. o kadın yirmi yıla yakın hem sen hem kendi olmaya çalıştı. o sırada biraz duvar gibi olduysa, biraz kaya gibi olduysa hak vermek lazım. onun kırılma şansı yoktu.
kızlar babaları gibi bir adam isterlermiş, yok babacım ben sana azıcık benzeyen bütün adamlardan kaçtım ama yine de hep giden adamları seçtim çünkü ben bir adamın arkasından el sallamayı annemle öğrendim çünkü acı çekmek için yetiştirildim.
dünyanın kocaman bir yer olduğunu senden, sevdiğine sabredebilmeyi annemden öğrendim.
"hayatta kimseyi kendine benzetemezsin", diyorsun ya baba benzetemezdin ki zaten. senin şimdi herkesi olduğu gibi kabullenmekten başka çaren yok. annemi kabullendiğin, sevdiğin gibi.
anneme "çok zor kadınsın" deme baba, vallahi alınıyorum.