''neden millet vekillerimiz var'' diye hep merak etmişimdir. yanlış anlamayın, burjuva demokrasisi ile değil benim sorunum. yanlış anlayıp da sonra ergenekonculuktan içeri düşürmeyin beni. benim sorunum milletveklleri ile. onların milleti temsil etmeleri de değil sorun. sorun onların bizzat kendileri. temsili demokrasi millet vekilleri olmadan da işleyemez mi sizce. bence bal gibi işler. nasıl mı: her partiye belli bir oy hakkı vereceğiz. iktidar partisinin 300 millet vekili mi var örneğin; işte o millet vekilleri olmayacak. onun yerine iktidar partisinin 300 oy hakkı olacak. ana muhalefetin 150, diğer partilerin 100, 50 vs. oylamalarda her partinin sadece bir kez oy kullanma hakkı olacak. bu oyların değeri de, partilerin sahip oldukları oy hakkı ile belirlenecek.
bu sistemi kendim keşfettim. bu konuda bir kitap da yazmayı düşünüyorum.tabi benden önce kimse düşünmemişse bunu. genelde öyle olurdu, benim keşfettiğim şeyler daha önceden düşünülmüş olurdu hep. siz, su arıtma cihazı ve kaloriferin benim tarafımdan bulunduğunu bilmezsiniz tabi. o zamanlar ilk okula gidiyordum. kağıda planlarını falan çizmiştim. babam ''zaten böyle bir şey var, adı da kalorifer'' deyince planlarımı çalmaya kalktığını düşünmüştüm. neyse, bu sosyolojik keşfim orjinal değilse zaten çıkar yakında ortaya. biz yolumuza devam edelim.
söz konusu sistemin en büyük getirisi pratik olması. nasılsa milletvekilleri, kendi partilerinin tekliflerini dinleme gereği bile duymadan kabul ediyorlar. yani hiç bir şey değişmeyecek. sadece ''kabul edenler, etmeyenler'' gibi formalitelerden kurtulmuş olacağız. üstelik ucuz. 550 millet vekiline maaş verme derdinden kurtuluyoruz. ama sistemimin en önemli getirisi demokrasimize sağlayacağı prestij. millet vekillerimizin bizi uluslar arası kamuoyunda rezil ettiğinden şüphesi olan var mı? ya da, sistemin akıl dışı yönlerinin bazı demokrasi düşmanlarınca propaganda malzemesi yapıldığını görmeyen var mı? işte ben, millet vekilliğini ortadan kaldırarak bütün bu şamataya bir son vermeyi teklif ediyorum.
lord kinross diye bir adamın!:umarım bu lord kinross ünlü birisi değildir. yoksa çok fena rezil olduk:! atatürk hakkında yazdığı kitabında, atatürk tbmm'den ''bizim hayvanat bahçesi'' diye bahsediyordu. atatürk böyle bir cümle kurmuş mudur bilmem. ben kinross denen ecnebinin yalancısıyım. kinross böyle bir alıntı yapmış mıydı? ondan da emin değilim. ben, pelteleşmiş hafızamın yalancısıyım. o kadar da önemli değil zaten. önemli olan, meclisin bu hali ile gerçekten hayvanat bahçesine benzemesi. bir ev düşünün, bu evin dört beş tane oğlu olsun. bunların şöyle bir adeti olsun: evle ilgili konularda karar verileceğinde, herkesin sahip olduğu koyunu kadar söz hakkı oluyor. eğer kardeşler ikiye bölünürse, toplamda hangi tarafın koyunu daha fazla ise o tarafın sözü geçiyor. yani ağılda kimin daha fazla koyunu varsa, evi de o yönetiyor. bu durumda ey devlet, beni ergenekoncu diye içeri atmadan önce bir cevap ver: mevcut sistemimiz ile yukarıda verdiğim örneğin ne farkı var? ben, seni düşünüyorum. benim gibi çok bilmişler, seni temsil eden vekillere!:bu vekillerin bizi temsil etmeleri gerekmiyor muydu yaww. neyse, kafam karıştı, oralara hiç girmeyelim:! hakaret edemesin diye kafa patlatıyorum. eğer yazının başında sözü geçen önerim uygulanırsa demokrasimiz iç tutarlılık kazanacak, devletimiz baki kalacak.
tabi bir ihtimal daha var: yasama ve yürütmeyi birleştirir, meslis hükümetine geçeriz. birebir örnek olmasa da, tıpkı paris komünündeki gibi, tıpkı sovyetlerin ilk yıllarındaki gibi, tıpkı kemalistlerin daha sonta tasfiye ettikleri birinci tbmm gibi. böylece millet vekillerini, hayatlarını meclisin kahvesinde geçiren orta yaşlı amcacıklar olmaktan kurtarır, onları gerçek birer politikacıya dönüştürürüz. karanlık odalarda, kapalı kapılar arkasında, bizans entrikaları ile alınan kararların gözler önünde, seçilmiş politikacıların demokratik tartışmaları sonucunda alınmasını sağlamış oluruz. kim, örneğin 1. tbmm'nin şu an ki meclisten daha demokratik olduğunu reddedebilir ki.
tabi bu da, kafamdaki soru işaretlerini tam olarak silmeye yetmez. zira kafam, soru işareti üretme konusunda ustadır. başka bir işe yaramadığı için olsa gerek. ne diyordum, ha soru işaretleri... millet vekillerini böyle bir politik uyuşukluğun içine iten ne?!:politik uyuşukluk diyorum, çünkü başka konularda uyuşuk olmadıklarından eminim:! parti yöneticilerinin onlara: ''siz gidin çay, sigara falan için. biz işaret verince elinizi kaldırsanız yeter'' demesi. peki onlar, bu şekilde bir pasifliği neden reddetmiyorlar? pek çok sebebin yanında en önemlisi, tekrar millet vekili olamama kaygıları. parti yönetimine muhalefet ederlerse partiden atılırlar. partiden atılırlarsa da bir daha millet vekilleri olamazlar. evet, teorik olarak belki bağımsız milletvekili olabilirler. ama teori, sadece teoridir. bir şeyleri kağıt üstüne yazıp, ona yasa adını vermeniz onu gerçek yapmaz. eğer partiler, meclis hükümetinde de var olmaya devam edecekse, onların sahip olduğu örgütlülük onlara millet vekillerini belirleme gücü verecektir. bağımsız millet vekilliği ise, bir iki istisna ile sınırlı kalacaktır. bizim amacımız, zaten, millet vekillerini partilerden bağımsız kılmak olduğuna göre hala ciddi sorunlarla karşı karşıyayız demektir. partileri yasaklayamayız; bu, başımıza çok daha ciddi sorunlar açar. millet vekillerinin sadece bir kereye mahsus olarak seçilmesi güzel bir önlem olabilir ama. zaten bir daha seçilmeyeceklarinin farkında olmaları, partinin onlar üzerindeki baskı yöntemlerini etkisiz hale getirir. ama yetmez. bu önerme ancak, milletvekillerinin onurlu kişiler olduğunu varsayarsak bir değer kazanabilir. ki biz , toplumsal konularda nesnellikten bağımsız bir ahlaka güvenilemeyeceğini biliyoruz. marksizmin devlet konusundaki temel ilkelerinden birisi olan, seçimle göreve gelmiş yöneticilerin görev süreleri dolmadan seçmenler tarafından görevden alınabilmeleri ilkesi, vekiller için yeterince güçlü bir motivasyon sağlayacaktır sanırım. tabi bu ilkenin uygulanması, en azından pratikte, biraz kafa ağrıtacaktır. ama atomu parçaladığımız günümüzde, iletişim teknolojisi bu kadar gelişmişken, eğer yeterince kafa yorulursa bu sistemin işlerlik kazanabileceğine güvenim tam.
aslına bakarsanız,wilhelm reich'ın faşizmin kitle ruhu anlayışı adlı eserinde öne sürdüğü ana fikirlerden birisi, tam bizim konumuzla ilgili. genel anlamda şöyle diyordu:
''kitlelere otorite kendisini zorla kabul ettirmez. tam aksine kitleler, kendilerini yönetecek güçlü bir diktatör ararlar. diktatörlerin teek suçu, kitlelerin onlara teklif ettiği iktidarı kabul etmeleridir. nazilerin 1945 yılında bile almanya'da sahip olduğu kitle desteği örneğin, ya da iktidara gelişleri, salt nazilerin propaganda yetenekleri ile açıklanamaz. sorunun temelinde alman halkının bir diktatör tarafından yönetilme arzusu yatmaktadır. kitlelerin bu pasif, edilgen ruh halini göz ardı eden her özgürlükçü hareket, yenilgiye mahkumdur. üretim araçlarını kamulaştırmak, işçi meclisleri kurmak, iktidarı halka vermek sadece özgürlükçü toplumun ön koşullarıdır. kitlelere, kendi hayatlaının sorumluluğunu alabilecek öz güveni aşılayamazsanız, gördükleri ilk diktatörün, ilk otorite figürünün peşine takılırlar. hatta ne kadar ironik olursa olsun, kitlelerin yeni lideri, onları özgürleştirmek için yola çıkan siz bile olabilirsiniz.''
yani abimiz diyor ki: bu insan denen mahluk uyuşuktur. sorumluluk almak istemez. hatta kendi yaşamının sorumluluğunu bile üstlenmek istemez. birileri kendisi yerine düşünsün, risk alsın, yönetsin ister. eğer vekalet verdiği kişi başarılı oldu ise onu övmek, başarısız oldu ise ona sözvmek ister. bir de eğer izin verirseniz, beş yılda bir oy kullanır. siz, bireylerin bundan daha fazla politik eylemde bulunmasını sağlayamazsanız, isterseniz anarşist toplumu kurun. ellerine geçen ilk fırsatta kitleler, sorumluluk almadan yönetilmenin, güdülmenin dayanılmaz hafifliğine bırakırlar kendilerini.
işte bütün bunlardan sonra, yine dönüp dolaşıp benim önerime geliyoruz sevgili okuyucularım. sizin de gördüğünüz gibi bir sürü düşünür zırvalamış durmuş. devlet, iktidar, otorite, özgürlük diye kafa şişirmişler. ama, sizin tilki zihninizin de kaçırmayacağı gibi, hiç birisi benim önermemin yakınına bile yaklaşamamış. insanlar güdülmekten hoşlanıyorsa, ne gerek var onları özgürleştireceğiz diye uğraşmaya değil mi?
eeeey devlet büyüklerim, size sesleniyorum! kaldırın millet vekilliğini ve her partiye seçimlerden aldıkları sonuca göre oy hakkı verin. o zaman göreceksiniz ki, güneşli güzel günlere doğru tam yol ilerleyeceğiz. !:bu güzel günler neden hep güneşli olmak zorunda ki? mesela yağmurlu, ya da karlı ama güzel bir gün olamaz mı? iyi, iyi, akşama entry konusu çıktı işte:!
bu sistemi kendim keşfettim. bu konuda bir kitap da yazmayı düşünüyorum.tabi benden önce kimse düşünmemişse bunu. genelde öyle olurdu, benim keşfettiğim şeyler daha önceden düşünülmüş olurdu hep. siz, su arıtma cihazı ve kaloriferin benim tarafımdan bulunduğunu bilmezsiniz tabi. o zamanlar ilk okula gidiyordum. kağıda planlarını falan çizmiştim. babam ''zaten böyle bir şey var, adı da kalorifer'' deyince planlarımı çalmaya kalktığını düşünmüştüm. neyse, bu sosyolojik keşfim orjinal değilse zaten çıkar yakında ortaya. biz yolumuza devam edelim.
söz konusu sistemin en büyük getirisi pratik olması. nasılsa milletvekilleri, kendi partilerinin tekliflerini dinleme gereği bile duymadan kabul ediyorlar. yani hiç bir şey değişmeyecek. sadece ''kabul edenler, etmeyenler'' gibi formalitelerden kurtulmuş olacağız. üstelik ucuz. 550 millet vekiline maaş verme derdinden kurtuluyoruz. ama sistemimin en önemli getirisi demokrasimize sağlayacağı prestij. millet vekillerimizin bizi uluslar arası kamuoyunda rezil ettiğinden şüphesi olan var mı? ya da, sistemin akıl dışı yönlerinin bazı demokrasi düşmanlarınca propaganda malzemesi yapıldığını görmeyen var mı? işte ben, millet vekilliğini ortadan kaldırarak bütün bu şamataya bir son vermeyi teklif ediyorum.
lord kinross diye bir adamın!:umarım bu lord kinross ünlü birisi değildir. yoksa çok fena rezil olduk:! atatürk hakkında yazdığı kitabında, atatürk tbmm'den ''bizim hayvanat bahçesi'' diye bahsediyordu. atatürk böyle bir cümle kurmuş mudur bilmem. ben kinross denen ecnebinin yalancısıyım. kinross böyle bir alıntı yapmış mıydı? ondan da emin değilim. ben, pelteleşmiş hafızamın yalancısıyım. o kadar da önemli değil zaten. önemli olan, meclisin bu hali ile gerçekten hayvanat bahçesine benzemesi. bir ev düşünün, bu evin dört beş tane oğlu olsun. bunların şöyle bir adeti olsun: evle ilgili konularda karar verileceğinde, herkesin sahip olduğu koyunu kadar söz hakkı oluyor. eğer kardeşler ikiye bölünürse, toplamda hangi tarafın koyunu daha fazla ise o tarafın sözü geçiyor. yani ağılda kimin daha fazla koyunu varsa, evi de o yönetiyor. bu durumda ey devlet, beni ergenekoncu diye içeri atmadan önce bir cevap ver: mevcut sistemimiz ile yukarıda verdiğim örneğin ne farkı var? ben, seni düşünüyorum. benim gibi çok bilmişler, seni temsil eden vekillere!:bu vekillerin bizi temsil etmeleri gerekmiyor muydu yaww. neyse, kafam karıştı, oralara hiç girmeyelim:! hakaret edemesin diye kafa patlatıyorum. eğer yazının başında sözü geçen önerim uygulanırsa demokrasimiz iç tutarlılık kazanacak, devletimiz baki kalacak.
tabi bir ihtimal daha var: yasama ve yürütmeyi birleştirir, meslis hükümetine geçeriz. birebir örnek olmasa da, tıpkı paris komünündeki gibi, tıpkı sovyetlerin ilk yıllarındaki gibi, tıpkı kemalistlerin daha sonta tasfiye ettikleri birinci tbmm gibi. böylece millet vekillerini, hayatlarını meclisin kahvesinde geçiren orta yaşlı amcacıklar olmaktan kurtarır, onları gerçek birer politikacıya dönüştürürüz. karanlık odalarda, kapalı kapılar arkasında, bizans entrikaları ile alınan kararların gözler önünde, seçilmiş politikacıların demokratik tartışmaları sonucunda alınmasını sağlamış oluruz. kim, örneğin 1. tbmm'nin şu an ki meclisten daha demokratik olduğunu reddedebilir ki.
tabi bu da, kafamdaki soru işaretlerini tam olarak silmeye yetmez. zira kafam, soru işareti üretme konusunda ustadır. başka bir işe yaramadığı için olsa gerek. ne diyordum, ha soru işaretleri... millet vekillerini böyle bir politik uyuşukluğun içine iten ne?!:politik uyuşukluk diyorum, çünkü başka konularda uyuşuk olmadıklarından eminim:! parti yöneticilerinin onlara: ''siz gidin çay, sigara falan için. biz işaret verince elinizi kaldırsanız yeter'' demesi. peki onlar, bu şekilde bir pasifliği neden reddetmiyorlar? pek çok sebebin yanında en önemlisi, tekrar millet vekili olamama kaygıları. parti yönetimine muhalefet ederlerse partiden atılırlar. partiden atılırlarsa da bir daha millet vekilleri olamazlar. evet, teorik olarak belki bağımsız milletvekili olabilirler. ama teori, sadece teoridir. bir şeyleri kağıt üstüne yazıp, ona yasa adını vermeniz onu gerçek yapmaz. eğer partiler, meclis hükümetinde de var olmaya devam edecekse, onların sahip olduğu örgütlülük onlara millet vekillerini belirleme gücü verecektir. bağımsız millet vekilliği ise, bir iki istisna ile sınırlı kalacaktır. bizim amacımız, zaten, millet vekillerini partilerden bağımsız kılmak olduğuna göre hala ciddi sorunlarla karşı karşıyayız demektir. partileri yasaklayamayız; bu, başımıza çok daha ciddi sorunlar açar. millet vekillerinin sadece bir kereye mahsus olarak seçilmesi güzel bir önlem olabilir ama. zaten bir daha seçilmeyeceklarinin farkında olmaları, partinin onlar üzerindeki baskı yöntemlerini etkisiz hale getirir. ama yetmez. bu önerme ancak, milletvekillerinin onurlu kişiler olduğunu varsayarsak bir değer kazanabilir. ki biz , toplumsal konularda nesnellikten bağımsız bir ahlaka güvenilemeyeceğini biliyoruz. marksizmin devlet konusundaki temel ilkelerinden birisi olan, seçimle göreve gelmiş yöneticilerin görev süreleri dolmadan seçmenler tarafından görevden alınabilmeleri ilkesi, vekiller için yeterince güçlü bir motivasyon sağlayacaktır sanırım. tabi bu ilkenin uygulanması, en azından pratikte, biraz kafa ağrıtacaktır. ama atomu parçaladığımız günümüzde, iletişim teknolojisi bu kadar gelişmişken, eğer yeterince kafa yorulursa bu sistemin işlerlik kazanabileceğine güvenim tam.
aslına bakarsanız,wilhelm reich'ın faşizmin kitle ruhu anlayışı adlı eserinde öne sürdüğü ana fikirlerden birisi, tam bizim konumuzla ilgili. genel anlamda şöyle diyordu:
''kitlelere otorite kendisini zorla kabul ettirmez. tam aksine kitleler, kendilerini yönetecek güçlü bir diktatör ararlar. diktatörlerin teek suçu, kitlelerin onlara teklif ettiği iktidarı kabul etmeleridir. nazilerin 1945 yılında bile almanya'da sahip olduğu kitle desteği örneğin, ya da iktidara gelişleri, salt nazilerin propaganda yetenekleri ile açıklanamaz. sorunun temelinde alman halkının bir diktatör tarafından yönetilme arzusu yatmaktadır. kitlelerin bu pasif, edilgen ruh halini göz ardı eden her özgürlükçü hareket, yenilgiye mahkumdur. üretim araçlarını kamulaştırmak, işçi meclisleri kurmak, iktidarı halka vermek sadece özgürlükçü toplumun ön koşullarıdır. kitlelere, kendi hayatlaının sorumluluğunu alabilecek öz güveni aşılayamazsanız, gördükleri ilk diktatörün, ilk otorite figürünün peşine takılırlar. hatta ne kadar ironik olursa olsun, kitlelerin yeni lideri, onları özgürleştirmek için yola çıkan siz bile olabilirsiniz.''
yani abimiz diyor ki: bu insan denen mahluk uyuşuktur. sorumluluk almak istemez. hatta kendi yaşamının sorumluluğunu bile üstlenmek istemez. birileri kendisi yerine düşünsün, risk alsın, yönetsin ister. eğer vekalet verdiği kişi başarılı oldu ise onu övmek, başarısız oldu ise ona sözvmek ister. bir de eğer izin verirseniz, beş yılda bir oy kullanır. siz, bireylerin bundan daha fazla politik eylemde bulunmasını sağlayamazsanız, isterseniz anarşist toplumu kurun. ellerine geçen ilk fırsatta kitleler, sorumluluk almadan yönetilmenin, güdülmenin dayanılmaz hafifliğine bırakırlar kendilerini.
işte bütün bunlardan sonra, yine dönüp dolaşıp benim önerime geliyoruz sevgili okuyucularım. sizin de gördüğünüz gibi bir sürü düşünür zırvalamış durmuş. devlet, iktidar, otorite, özgürlük diye kafa şişirmişler. ama, sizin tilki zihninizin de kaçırmayacağı gibi, hiç birisi benim önermemin yakınına bile yaklaşamamış. insanlar güdülmekten hoşlanıyorsa, ne gerek var onları özgürleştireceğiz diye uğraşmaya değil mi?
eeeey devlet büyüklerim, size sesleniyorum! kaldırın millet vekilliğini ve her partiye seçimlerden aldıkları sonuca göre oy hakkı verin. o zaman göreceksiniz ki, güneşli güzel günlere doğru tam yol ilerleyeceğiz. !:bu güzel günler neden hep güneşli olmak zorunda ki? mesela yağmurlu, ya da karlı ama güzel bir gün olamaz mı? iyi, iyi, akşama entry konusu çıktı işte:!