bir kez gördüğünü bir daha unutmazdı gözlerim hani. bu yüzden çok çalışır, yine de bir şehirde kaybolmayı beceremezdim. tanıdık bir sokak arası olurdu hep görmemeye çalıştığım. yönümü fısıldayan birkaç ayrıntı kalırdı hep. kime gitsem kendimeydim sonunda. kime gitsem sana...

artık hiçbir gökyüzünün adını aklımda tutamıyorum. binlercesi geçilmiş sokaklardan, yine ummadığım meydanlara çıkıyor, afallıyorum. neresiydi o yer, hani susuz vadileri olan? o kulübede kaç gece uyuyamadık senle? sen hiçbir zaman bana senin aşkın yetmez dememiştin. sen hiç benden, aşksız kelimeler istememiştin. hayat ne kadar sensiz öyle değil mi?

sevgilim kim bunlar? sen de bir yerlerde rastladın mı onlara? sana da baktılar mı böyle, gözlerini çıkarıp ruhlarından? sana da dokundular mı soğuk bedenleriyle? cevap vermedim sorularına. ama cümlelerini sevdim kimi zaman, kan kırmızı kadehlerle sundular. canımın çektiği de oldu. hafif bir yalanı, ağır bir gerçeğe yeğlediğim... hem nasıl hakkım olabilir ki esirgemeye, ne kalmışsa hani şefkatlenecek, kimsenin bir şey istediği yok, almasın yeterdi. yettiği de oldu işte kimi kimsesiz geceler örterken ihanetleri.

beni affetmeye çalışmıyorum haberin olsun. hoşgörü, sensiz bırakamayacağın sanadır ancak.

sevgilim, dikkat et havalar bir tuhaf bu günlerde. kendinsiz dışarı çıkma. ben vakitsiz bir rüzgara yakalattım ellerimin terini, dokunduğuna bulaşıyor, yokluğum sevmenin en yalın hali. saçlarıma uzanıyor mevsim, dışarıda hep güneşli ve soğuk akşamüstleri... yürümüyorum artık, kangren parmaklarım çorap tutmuyor. yerinde olsam, sığınacak cesareti kalmış her şeye sahip çıkardım. ama adına benzemiş ne kadar iklim varsa üşüttü tenleri. savurdu ve hiç öpmedi açtığı yaraları.

kabuk, kendi gelir bir suretidir zamanın. dokunmasan da oradadır hep. hiçbir başlangıç hiçbir yere gitmez, hiçbir şey bitmez. soluğum nikotin bozumu, nefes almaktan vazgeçersem kızma;

gitmek en güzel yoldur kalamayana...*(*sonbahar/2005)
öz be öz türkçe bir sözcüktür. -kap isim kökünden türev -kapa eylemine -ık yapım eki getirilerek 'kapık' biçiminde kullanıma sunulmuştur.

sonraları; türklerin orta asya'yı terk edip ta anadolu'ya uzanan sergüzeşti boyunca evrilen dil bu sözcüğü de evirip çevirmiş ve önce 'kapuk' sonra da 'kabuk' etmiştir. yine kendisi ile aynı kökten türeyen ve özünde aynı sözcük olan 'kapak' ile yolları 'kapık' evresinde ayrılmıştır. bazı dilbilimciler 'kapı' sözcüğünün de bu ayrılış sırasında bağımsızlığını duyurduğunu ileri sürseler de ortada bu savı güçlendirecek bir kanıt bulunmamaktadır.

yara mı aldınız? bırakın kabuk bağlasın. sizi çıldırtmak için yanıp tutuşacaktır: kaşı beni! kaşımayın. yaranız size değil, siz yaranıza acı çektireceksiniz böylece. istenciniz zayıflıklarınıza yön verecek; zayıflıklarınız istencinize değil. düşmeyi-kalkmayı nasıl öğrendiyseniz, ayırdına bile varmaksızın; yaraya dokunmamayı da öğreneceksiniz.

'yara vermek' diye bir deyim var bilir misiniz? yariniz*(*sevgili) yaranızı yar*(*uçurum) eylediğinde kullanışlıdır daha çok. bir yara*(*sevgili) bakacaksınız; bir yara*(*uçurum) bir de yaranıza. başınız dönecek belki. ama düşmeyeceksiniz. düşünmeyeceksiniz bile. kendinizi (zor duruma) düşürmeyeceksiniz.

pansumana gelince... o sadece maddi yaralar içindir. çünkü yapaydır. kanı durdurur. manevi yaralar için kullanmaya kalkıldığında yan etki gösterir; pansuman bittikten (söz gelimi, unuttursun diye sarıldığınız insanla yolları ayırdıktan) sonra yaranız kaldığı yerden devam eder. kana(t)maya.