en gereksiz griftliğe gark olmuş vaziyette yaşarken nedense birşeyleri pas geçiyoruz. aslında pas geçtiğimizin farkında bile değiliz. sadece ve sadece gereksiz giriftliklerimize koşar adım ha babam dönüyoruz.

giriftliğimizden baska bir şey olmadiğindan ve onun yerine koyacağimizi bilmediğimizden bari diyoruz en kısa yol bildiğim yoldur diyip giriftliğimize daha fazla sarılıyoruz. sanki bizi rehin almişlar da rehin alan kişilere tutulmuşuz gibi.

insanlığı tutkulardan ibaret birşeymiş gibi sundular. hepmizin kendine has kusurlarımız var. istesek de istemesekte bu kusurları değiştiremeyiz. ama kusurlarımız ekstrem kusurlar olduğunda mesela homoseksüellik gibi kusurlarımızı unutup alay ediyoruz. bizim alanımıza girmeye gayret eden o kusurlu kişileri büyük bir öfke nefretle kovaliyoruz.

elbette bir dirhem et bin ayip örter deyiminden hareketle o kusur sahibi kişiler kusurlarının geri plana bırakacak birşey vardir. bu da sonsuza kadar kişiye dokunulmazlık sağlar. buna bazilari para, kimileri mevki kimileri ise tartısılmaz bir eser vermek diyebilirler.

peki bu kişiler bu gücleri eline gecirene kadar neler gecirdiklerini unutucaklarını mı sanıyoruz? eğer böyle saniyorsanız ne yazık ki yanılıyorsunuz.

büyük bir öfke gücle şekilde intikam alırlar.hele ki son derece iş bilen kişiler ise bunu öyle bir yaparlar ki kabak gibi oyuldugunuzun farkına varmazsiniz bile. sanki avını ele geçirmiş bir avcidirlar. avlarini öldürmezler süründürüler tatlılıkla. siz de ayila bayila o intikama konu olursunuz. ama bu haksızlık bu diyemezsiniz bile.

fakat bunun olmasi en son 2. dünya savasi ve öncesinde oldu. ufak çaplı da olsa yasanmaktadir günümüzde. ama o doğustan extrem kusurlu kişiler için artik basariya ulasmak ve gücü ele gecirme yollari artik kapali.

garbi ve şarki muesseler bu intikam korkularindan dolayı ve kendilerininden götaltına gitmemesi için demokrasi adi altinda vasatta birlik icatıyla karşımıza geldiler.

bu vasatta birlik masalı bir hakikata dönüştü ve kişilerin kitlelerin hayattalarını giriftleştirdi ve tatmin olmayacak arzularla insanlar doldu taştı. arzular tatmin olduğu müddetce sorun yoktu ama olmayınca... işte o vakit madem benim arzularim tatmin olmuyor o halde bunun acisini cikartabilirim dediler.

klasik anlamda savasin atom bombasi icadiyla bitmesi ile kağitlar, belgeler, bürokrasi sen bana bunu dedin ben sana söyle dedimciliklerle insanlik ne yazık ki fikriyat olarak taş devrinin gerisine düştü.

bu ucsuz bucaksız asık suratlı kodummu oturtucumculuklardan murekkep çöllerde varolan vahalar ise ne yazık ki çölleşmekte. cünkü bokluk güzelliği anca kendine benzeterek yenebilir.

bokluğa bezenmemek için direnenler ise silindiri ezen asfalt gibi ezildiler. kaçak güresenler, gerilla taktikleri her daim tetikte kalmak zorunda olduklarından yaşam denişlen melaikeyi iyi işlemek yeterli eforlari kalmadi, kalamadi.

kalmadiği için kendileri suclamakla ben niye yapamadim, yetmedi yetiremedim, olmadi olduramadim suclamalari ile sanki tanrinin eline canlı canlı düstüler. bu azabi dindirmek için içmeler basladi, bir içmeye 3 üfleme eslik etti.

kelimelerin suru anlamını kaybettik içini bosalttilar.

herşey slogan oldu.

goebbelsciklerden olduk.

konustugumuzu zannederken konusmadik.

ama işte bütün bunlara rağmen acik kalplikle söyliyebilirim ki huzur jazz olsa gerek. tak plağa bir art blakey olmadi chet baker hadi olmadı louis armstrong bak nasilda için huzurlaniyor.