mekan: zemin kattaki bir öğrenci evi.
zaman: bugün

okulu zaten bir yıl uzamış olan bir öğrenci, okulu tekrar uzatmamak için, boktan bir hocanın daha da boktan hale getirdiği boktan bir dersin sınavına çalışıyor. odanın içinde çaresizce dolanıyor. elindeki fotokopilere bakıyor, bir sigara yakıyor, düşünüyor, ama yok... dersi geçme ihtimali yüzde 25 i geçmiyor. yan taraftaki kömürlükte ise yavru bir köpek havlıyor. büyük ihtimalle kangal. köpeğin sesinde gururla karışık bir öfke, bir meydan okuma var. kime öfkeli, kime meydan okuyor bilinmiyor. belki tanrıya küfrediyor, öğrencinin bu boktan hocayı başına sardığı için tanrıya sövdüğü gibi. belki insanlığa sesleniyor: ''eskiden siz de bizim gibiydiniz. bana ve atalarıma saygı duyardınız. şimdi beni bu daracık oday hapsetmeye hakkınız yok.'' belki de bu kadar derin düşünmüyordur. sahibine: ''beni kendi iktidar egonu tatmin etmek için aldın, bana önem vermiyorsun tamam. ama en azından yemeğimi vermeyi unutma.'' diyordur. ah zavallı yavru, sesi nasılda gurur dolu. nasıl da özgürlük için çarpıyor o minicik kalbi. nasıl da ''ben özgürlüğüm yenilmem'' diyen gözlerle bakıyordur boynundaki zincire. bilmiyor ki birkaç ay içinde sahibinin tokatları ve kendisi gibi yavru olan insanların taşları mağrur duruşunu yok edecek. bilmiyor ki, bir lokma ekmek için sahibine yalvarmak doğal olacak onun için gelecekte. ve bilmiyor ki, bunları ona öğretebilmek için bir canlı ne kadar aşağılanabilirse o kadar aşağılayacaklar onu.

durun, belki de bu gelecek o kadar uzak değildir. biraz kulak verin, kömürlüğün kapısı mı açılıyor ne. sahibi sesten rahatsız olmuş, ''sus'' diye bağırıyor köpeğin özgürlük dolu sesini bastıran tahakküm ve zorbalık kokan sesiyle. ''sus'', nedense bu emir aklıma gestapoları getirdi. ama köpek bu kadar kolay pes etmeyecek belli, susmuyor. öğrenci köpeğe susması için yalvarıyor içinden:''sus köpek, sus. bağırman bir şeyi değiştirmeyecek. kazanamazsın, nasılsa boyun eğeceksen direnmenin ne anlamı var.'' bu arada babası geliyor aklına, ondan yediği dayaklar. tıpkı köpek yavrusu gibi babasına karşı giriştiği çaresiz meydan okumalar. ''vurayım mı ha, vurayım mı?'' bu soruyu köpeğin sahibi mi sordu yoksa kabuslarından nesnelliğe elini uzatan babası mı bilemedi öğrenci. köpek ''hav'' mı dedi yoksa kendisi babasına ''o.... çocuğu'' mu onu da bilemedi. bildiği, köpekle birlikte dayak yediği idi. köpek bu günkü zamanda, öğrenci on iki on üç yıl önce, farklı zamanlarda ama birlikte görüyorlardı işkenceyi. göz yaşları da birlikte aktı. çığlıkları polis dayağı, koca dayağı, baba dayağı,öğretmen ve asker dayağı yiyen milyonların çığlıkları ile birleşti uzayda. hepsi tek bir öfkenin sesi oldu: tahakküme karşı duyulan öfkenin sesi.

adam kömürlüğü terk ettiğinde köpek bir yandan acıyla uluyor, diğer yandan tüyleri diken diken eden buz gibibir öfke ile hırlıyordu. öğrenci kendi içine baktı bu hırıltının bir benzerini bulabilmek umudu ile. heyhat, bulduğu tek benzerlik yaraların yol açtığı inlemelerdi. köpeği kıskandı. bir yandan da ''o da direnemeyecek'' dedi bencilce bir rahatlama ile; bu sözü yüzünden kendisinden nefret etti.

sonra düşündü, bu köpeği zincirlemeye ne hakkımız var diye. bu konuda yazmaya karar verdi. sonra utandı, milyonlarca işsiz evine ekmek getiremezken, koskoca bir halkın ''ben varım!!!'' diye haykıran çığlıkları şovenist salyalar içinde boğulurken, milyonlarca direnişçinin sesleri kulaklarımızda yankılanırken bir köpekle bir çocuğun çığlıkları arasında bulduğu benzerliği anlatmaya. yine de dayanamadı ve gelip bu yazıyı yazdı öğrenci.