haybeye derken, karnı doymamış boşunalık. gereksiz değil sanki. haybe deyince hala birileri için önemli gibi.
geç kalınır haybeye. 'haybeye uğraşmışız' deyince, hep sonradan farkındalıklar. uğraşırken gereksiz olduğunu bilen yok.
olmadı göreceli farklılıklar(!) hiç bir zaman yolcusu olmayan gece seferi. hem sana önemsiz, belki bir de bana. tıklım hayalet dolu otobüs, şöför mahallinde efkar virajları. bir sorsan, kaptan 'haybe'ye kaç durak?!

haybeye bu hüzün haklısın iskender. yaşamak haybeye, sevmek de öyle.
kaldırılan kadehler haybeye şu saat, indirilen darbeler de. bak ne diyorum, gel sen, arka kapıdan atlayana 'haybe' tek tarife.

sana
ağlaya ağlaya attığım bir tokat
gibi bu son öpüşümdeki çöl

içimdeki hayvanlar
kurtulmuşken kanlı zincirlerden,
içimizdeki gardiyan
gizlice açmışsa mahkumların kapısını,
haydi gel sahte misafirlerden söz edelim biraz
çok sarhoşken üstünde düz yürümeye çalıştığımız
o çizgi değil mi taşbaskı alınyazısı,
aslında aşk, başkasının ötelediği öte yarısı
gibi bu son sözlerimdeki tuhaf..

hey neyse..
güzel görün bana, bana ait bu ayrılık gecesinde
nasılsa silahım, sadece hoyrat hayatın ensesinde
naif cengiz kurtoğlu hüznüyle akşamın başlangıç saatlerinde şöyle bir sirkeciyi tahaf ettim. formacıların, çelik örüglü kazakların, kadife kasketlerin asılı olduğu vitirinlere bakarak artık başat olan degajeme doğru estetiğinin olmadığı diyardaydım.

artık bitmiş tükenmiş ve gitgide azalan ebru gündeş estetiği ile adımlarım adımlarımı takip ediyoru. kah semaya bakıyordum kah ise kah binalara ama birşey gördüğüm yoktu. sadece görüyormuş gibi yapıyordum. bambaşka bir diyarlardaydım.

bir yerde insan istese sadece düşüneek uzaya bile çıkabilir demişti.

uzaya çıkatım ama radrasyon beni biraz kaşındırdığından vazgeçtim.

ordan bir yere gitmek istemedim.

allah bilir atik kimsenin okumadiği türkiye gazetesi aldim.

nostalji yaptim.

üç katlı sobalı evin nostaljisini yaptım.

buzlu cam siselerde satılan kolaların nostaljisini.

ölülerimin ve yasarken öldürdüklerimin nostaljisi değil.

onlar bir anlam ifade etmiyorlar benim için.

hiç birşey hissetmiyorum.

çünkü suçlu insan ölülerin arkasından ah vah ile maskelenmiş suçluluk duygusu hisseder.

mücrim değilim ki haybeye hüzün duyayım.

tuhaf bir yer sirkeci gündüz lebalep kalabalık ama esas tadı gece çıkıyor.

sanki bütün gün işlenen alavere dalaverelerin söylenen yalanların silinip gittiği ve dosdoğru hakikatlerin baki kaldığı bir diyar.

bu yazının bir anlamı yok.

zaten illa da bir anlamı olmasi gerekir mi?

gerekmez.

bari hiç olmazsa rilke'den bir iki çift dizeyle bitireyeyim,

hepimiz düşüyoruz, bu el de düşüyor
kimse dayanamıyor bu düşme illetine