güzel bir müzik çalıyordu yan tarafta bulunan kafede.. kadın deniz kıyısında oturmuş öylece o çalan müziği dinliyordu ya da öyle gözüküyordu.. aslında o kadar çok şey vardı ki aklından geçen.. düşlerini, ailesini, aşklarını.. düşünülebilecek ne kadar çok şey varsa o kadar çok düşünüyordu öylece denize bakarken.. mutluluğu düşünüyordu.. en sonunda kapısına gelmiş olan ve bir daha hiç kendisini bırakmasını istemediği mutluluk.. her şey yoluna girmişti artık.. bir işi vardı.. bir .... adam ona gerçekten değer veriyordu.. kadın belki çok emin değildi duygularından belki başkasıydı onun beklediği ama yine de mutluydu.. kendini baştan aşağı yenilemek istiyordu.. başladı da aslında.. 1 ay öncesinden başladı bu değişim.. bir mesajla artık yağmur bulutunun dağıldığından söz ediyordu aslında hiç olmamış olan birisine.. dostları olduğunu biliyordu artık.. 3 tane iyi yürekli çocuklar.. bir de oyun arkadaşı vardı.. neden bilinmez hep korktu kadın bu arkadaşı kaybetmekten.. neden peki? bilmiyorum.. ama dedim ya kadın mutluydu.. gökkuşağının bütün renklerini kıskandırabilecek rengi bulduğunu düşünüyordu artık.. hayali..eksik ama güzel.. belki papatya ya da nergiz koksun isterdi kadın hayali.nin ama olmadı eksik kaldı.. en sonunda da yoruldu..kalktı deniz kıyısından son bir kez kokladı denizi.. yürüdü yürüdü yürüdü.. ne olacağını nasıl olacağını bilmeden hayatın hayali.ne yürüdü.. çünkü hayali mutluluktu..
sekizinci renk hayalã®dir, bilir misiniz, ya nasıl?
ezgi çok ezgi zamanlarda, çok uzak bir ülke varmış, yerini kimselerin bilmediği. bu ülkenin denizi yokmuş, çölü varmış belki ama, çöl denize benzemezmiş. çok toprakları, topraklarına girmeye çalışmayan -bu kadar toprağın ne işe yaradığını bilmediklerinden- komşuları ve çok az nüfusu varmış.

kocaman kocaman topraklar içinde bizim ölçülerimizle şehir sayılabilecek sadece bir yer varmış. kalan her yerler bozkırmış, dağmış ve kalan herkesler hala göçebelik ederlermiş. kışları soğuk olurmuş, kışlar öyle soğuk olurmuş ki bu ülkedekiler sadece masal bilirlermiş. pek az türküleri varmış sadece kadınlar söylermiş türküleri ve sadece el işleri yaparken. dışarıda sade giyinen kadınlar, kışın eve kapandıklarında çok renkli giyinirler, çok türküler söylerlermiş. ayrıca çok iyiymişler de, atları ve hayvanları varmış. atın da bir hayvan olduğunu savlayanlara gülerlermiş, at insana dost, insana eşmiş. masallar, bu ülkenin 8 ayında en çok söylenen şeyler olurmuş, çünkü kışları soğukmuş çok.

ama bir gün bir şey olmuş; belki bir büyücünün laneti, belki uzak atalardan birinin kehaneti, belki sosyo-ekonomik koşulların bir zarureti ile masallar unutulmuş. bir bakmış ki koca topraklara yayılmış küçük halk, hiç masal anlatılmıyor. ve kış kapıda ve ağaç az ve kar ihanet ve ölüm için pusuda.

dağlara çıkıp koca koca odunlar indirmek demiş bazı gençler, ihtiyarlar umutsuzmuş. gençler gitmişler cesaretin, şarabın, kanın ve serabın itkisiyle. gençler döneceklerini düşünmüşler dağlardan, odun yüklü arabalar ve dağlara ait büyük efsanelerle. hem odunları hem yeni masalları olacakmış onlar dönünce. kızlar onlara hayran bakacak, ihtiyarlar ilk defa takdir edeceklermiş. gençlerin işi, çok vakitleri azmış. düşmüşler yollara, sonra anaların ve genç kızların ellerini kavuşturup baktıkları güneyden, güney dağlarından hiç dönen olmamış. belki ölmüş, belki dağlarda gizli peri kızlarının koynunda kaybolmuşlar, bunu kimse bilmemiş.

komşulardan yardım istemeli demiş bazı orta yaşlılar, onlar bu zamana kadar bize dost oldular, topraklarımızı ve altınlarımızı istemediler, bizim yokoluşumuzda yoktur gözleri, komşulara soralım var mı bize ödünç verilecek masalları. ihtiyarlar umutsuz kalmışlar, inanmamışlar. komşu komşunun gözünü oymak içinmiş ne de olsa, ihtiyarlar umursamamışlar. bazı orta yaşlılar düşmüş yollara, güvenin, cesaretin, şarabın ve ızdırabın itkisiyle. doğuya yollanıp komşu ülkelere gitmişler. döndüklerinde arabalarına odun ve hafızalarına masallar sığdıracaklarını düşünmüşler. artık gençler hor göremeyecek onları, ihtiyarlar bilgelik tacını emanet edeceklermiş. vakitleri azmış, kış yakınmış, komşu komşunun gözünü oyacak pusudaymış. karıları, çocukları, atları dikip gözlerine beklemiş onları doğudan, dönmemişler, kimine göre köle, kimine göre komşu diyarların ipek giyimli, hoş kokulu dilberlerinin eline erkek olmuşlar dönmemişler.

ihtiyarlardan beklenmiş medet. oturup yeni masallar bulalım demiş bazı ihtiyarlar. bulamayacakları baştan belliymiş, ama aldırmamışlar. sersemliğin, kocamışlığın, aldırışsızlığın ve şarabın itkisiyle batıya yollanıp toplanmışlar bir dere kenarında. eski meseleleri konuşmaya dalmışlar, günler geçmiş. kimseleri dönüp bakmadığı batıdan biri dönmüş sadece, o da unuttuğu için kendi adını bile malum olmamış ihtiyarların sonu kimseye. belki ölmüşler, belki kocamış birer çınara dönüşmüşler, belki uyuyorlardır hala o derenin kenarında.

kış çok yakınmış, kadınlar ne yapacaklarını bilemez haldeymişler, kalan erkekler umutsuz, çocuklar şımarıkmış ve sabırsızmış.
al adında bir kız varmış, toplamış kardeşlerini. erkeklerin çözemediğini biz çözelim demiş. kardeşleri, elimizden ne gelir ki, demişler. al inatçıymış, sabırlıymış, deneriz hiç değilse, demiş. kardeşleri, niyetsiz kalmışlar, ne yapacağız diye sormuşlar buna rağmen. kuzey dağının zirvesine gideceğiz, ger suyundan içip, tenger etseg ve gazar eej'in oğlu erleg izin verirse dağın zirvesine varır, orada bulur büyük kartalı onunla konuşuruz, dağın ruhu kartaldan masal isteriz demiş al.

kartal dağın ruhuymuş, göklere yakınmış, göklerin bir kapısı ona emanetmiş. kendisine gelenleri kolay kolay geri göndermez, sıkı bir pazarlığın ardından ömürlerini ve ruhlarını alırmış. bu durum korkutmuş kızkardeşleri. ama kış kapıda, kadınlar yorgun, erkekler umutsuz, çocuklar sabırsızmış. düşmüşler yola mecbur.

7 kardeş 11 günde bulmuşlar zirveyi. zirveye vardıklarında perişan haldeymişler.
yemekleri ve suları bitmiş, elbiseleri paramparça, ayakları ve elleri tutmaz imiş.
kartal meraklı bakışlarla süzmüş onları.
o vakte kadar yuvasına gelen dişi olmadığı için hayli şaşırmış durumlarına.
kardeşlerden mavi konuşmuş kartalla, durumu bildiği gibi eksiksiz anlatmış.
kartal, ödeyecekleri bedele hazır olup olmadıklarını sormuş önce, her şeye rağmen merhametli bir tanrıymış, onları aldatmak istemezmiş.
pembe çoktan hazır olduklarını söylemiş, lacivert onaylamış onu düşünmeden.
sarı ve mor'a bakmış kartal, yeşil'i süzmüş
hepsinin onay işaretini görünce al'a yaklaşmış, "peki ya sen demiş, buraya kardeşlerini sürükleyen sendin, şimdi onların bedeliyle birlikte ödeyeceğin katlı bedele razı mısın?"
al, hep ağlarmış aslında, bu sefer ne ağlamış, ne karşı çıkmış, dik dik bakıp kartalın gözlerinin içine, rızasını söylemiş.
kartal, "öyleyse" demiş, "size masal vereceğim."
"7 masal vereceğim size, 7 ruh alacağım sizden, masallarınızla kurtulacak bir halk için çok fazla şey değil bu. 7 masala 7 ruh, ben merhametli tanrıyım, hem bir kadın ruhunu aslında ne yapayım ki, üstelik siz kadın bile değilsinizdir daha" kartal yorulmuş anlatmaktan, biraz dinlenmiş, sağındaki yemliğinde yayılmış çift hörgüçlü devlerden birini atmış ağzına, yemesi bitince devam etmiş:
"yine de sevdim sizleri, cesaretinizi, gözüpekliğinizi, umutsuzluğunuzu sevdim. bu yüzden 7 masalı sizin ruhunuzdan vereceğim. ve sizi tek bir ruh edeceğim."
kızlar tek söz etmemişler. kartal "şimdi gidin demiş, ilk kar yağdığında toplayın insanlarınızı akşam"
kızlar geldiklerinden daha kolay dönmüşler memleketlerine.
insanlara bir şey anlatmamışlar, kış hazırlıklarına sessizce devam etmişler.
çayırlardaki hayvanlar toplanmış, yiyecekler toprağın altından çıkarılıp kilerlere konulmuş, çocukların başı okşanmış, atlara sevgi sözcükleri söylenmiş. kış böyle gelmiş.
karın yağdığı ilk gün, kızlar herkese haber salmışlar, toplamışlar halklarını.
insanlar artık acı gerçeği kabul etmişlermiş. fakat gitmekte bir beis görmemişler, masal olmasa da en azından komşuları görürlermiş.
gidip baktıklarında bir perde görmüşler duvara asılı, beyaz bir perdecik. ne kız varmış ortalıkta ne kimse.
perdenin karşısına geçmişler, oturmuşlar, merak, kuşku, korku ve ilgi ile dikmişler gözlerini.
perdenin arkasında kandiller yanmış birden, korkmuş insanlar, yangın çıkacak diye telaşa kapılmışlar. yangın çıkmamış, perdede birden bir at figürü belirmiş kuşkuyla bakmış insanlar.
sonra bir kartal uçmaya başlamış perdede, döne döne yaklaşıyormuş, meraklanmış insanlar.
kartal atın üstüne konmuş, atı pençeleri ile kapmış ve kaldırmış dağlara doğru.
ilgilerini çekmiş insanların.
bir ses başlamış o zaman anlatmaya.
yedi kızın öyküsünü söylemiş önce, sonra masal anlatmış onlara.
her gün bir masal, yedi gün ve yedi ay sürmüş bu. buzlar eriyip topraklar cenaze kabul edecek kadar yumuşayana kadar sürmüş bu, insanlar yeni yavruları ve ateşleriyle baharı karşılayacakları zamana kadar her gece bir masal görünmüş perdede. 7 masalı tekrar tekrar dinlemiş insanlar, kulakları iyi duymayanlara, gözleri pek görmeyenlere tekrar tekrar anlatmışlar biraz daha abartarak.
baharın kapıya dayandığı sekizinci gün kartal, perdede yedi kızı göreceklerini söylemiş. kartal merhametli bir tanrıymış, aldığı 7 kızın ömrüne ve ruhuna karşılık, onları hiç ayırmamış, en üste al'ı koyup, onlardan bir kuşak bağlamış göklere. perde kalkmış sabah, çiyin güneşin ilk ışıklarına aşk şarkıları fısıldadığı sabahta insanlar gökte görmüşler yedi kızı.

ol vakitten beri halk kışları kolay atlatmış, ve ne zaman kışla yaz karşılaşsa göklerde kendilerini gösterip hatırlatan kızlarına bakmış.
bu hikaye kuşaktan kuşağa aktarılmış ve kızlar her kuşak için çok ama çok yaşlı olduklarından hiç kendi çocukları olmadığı halde yeni nesiller onları ebeleri kabul etmiş.
o yüzden göklerin köprüsüne ebemkuşağı demişler.
ve 7 rengin öyküsünü onların ruhuna karşılık anlatan perdenin arkasındaki renge hayalã® ismini koymuşlar.

bitti.

not: ilk renk öyküsü al, öylesine çıkmıştı ortaya, kendiliğinden. sonra mayıs'ın zoruyla diğerleri geldi. zaman zaman keyif alınarak zaman zaman bitmeleri için adanmış sıkılmışlıkla yazıldılar. mayıs, sekizinci bir renk olması, mutluluğun bir renge sahip olması gerektiğinde ısrar ediyordu. biz ona hayalã® dedik. sonra el becerimizin yetersizliğini bir kez daha görünce, buraya kadar sabırla okuyan okuyucuyu üzmemek için bir ustadan alıntı yapmayı seçtik:

"yahut sevgilin seni sevmiyordu... o zaman ne yaptın? geceleri ağladın mı?.. ona sararmış yüzünü göstermek için geçeceği yolda bekledin, ona uzun ve acındırıcı mektuplar yazdın değil mi?..
"fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak, senin için o kadar güç olmamıştır. insan evvela kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta sürer. ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir."

s. ali, değirmen.
biliyorum bir ilgisi olmadığını, ben yeni okudum ve asla böyle yazamayacağımı bildiğim için verdiğim geçici rahatsızlığın özrü olarak buraya koydum.
tüm renklerin siyaha çaldığı günlerde bir anda karşına çıkar.. göz yanılması biraz serap gibidir.. işte buldum dersin de göremezsin bir daha güzelliği.. hayali.. renklerin en güzeli.. çünkü benim rengim..
sanmayın efkarlıyım... benim bir rengim var...