dokundum tenine.. dokundum yüreğine.. titriyordu ellerim. titriyordu yüreğin.. bir aşkı çağırmıştık gecemize geçmiş zamana inat.. oysa biliyorduk o zaman da bir kaç gün sonra hatta belki yarın bu aşk da karışacaktı zamanın geçmişine.. hissedemeyecektik bir daha dokunuşlarımızı ya da aşkın karanlığını.. karanlık diyorum..çünkü biz karanlıkta kanımızla yıkadık geceyi ve kanlı ellerimizle dokunduk birbirimize.. şimdi düşünüyorum o geceyi.. güzeldi.. yeni doğmuş bir çocuk kadar masum ve tüm duyguları öldürmüş insanlar olarak kirliydik.. güzeldi'li geçmiş zamanların iyi ve kötü kahramanlarıydık.. daha önce demiştim değil mi bunu.. şimdi daha çok anlıyorum ne kadar doğru olduğunu.. aynalara hiçbir zaman bakamayacağız beraber.. bizi bizden başka anlayan da olmayacak hiçbir zaman.. olsun be canım olsun.. biz karanlığımızdan pişman olmayalım da.. buarada aklıma bir parça geldi bak şimdi..

biz güzel olamadık, sorular soramadık
birbirimizden başka bir cevap bulamadık
biz hiç alışamadık, bir kalıba uyamadık
birbirimizden başka bir dala konamadık

son bir gece daha çirkin olalım
aynalara değil, birbirimize bakalım
bir hayattı tutunamadık
gel ona bir son yazalım

biz güzel olamadık, dikiş tutturamadık
birbirimizden başka bir siper bulamadık

son bir gece daha çirkin olalım
aynalara değil, birbirimize bakalım
bir hayatti tutunamadık
gel ona bir son yazalım

gömleğim beyaz olsun, sen seç kravatımı
eteğin kırmızı olsun, açık bırak saçlarını
son kez giyin benim için ve sen ütüle kravatımı
bir kağıt bir kalem bul, karala son satırlarını

ahtapotlar gibi son defa dolanalım birbirimize
ellerimde ellerin elele..

son bir gece daha çirkin olalım
aynalara değil birbirimize bakalım
bir hayattı tutunamadık
gel ona noktayı koyalım..
bir yaz daha geldi hatta geçmeye bile başlamış durumda. bazıları kışın hatrı sayılır soğuğundan yakına yakına getirdiler ve bütün fantastik edebiyatın beceriksiz büyücüleri gibi yeraltından çağırdıkları bu korkunç canavarı geri gönderemiyorlar. lakin canavar ilkeli, canavar prensip sahibi, şurada üç-beş ay daha takılıp, hepinizin beyinleri pelteleştikten sonra gideceğim diyor, artık hayırlısı.
yazları hele de sigara yasaklı, gündem azatlı böyle yazları yapılacak pek bir şey bulunmuyor. üç günde bir ekmek arası tatiller yakaladığımızda artık modası çoktan geçmiş arkadaşları bulup bir şeyler yapalıma bakıyoruz. yapılacaklar zaten sınırlı, ne olacak ne bitecek, oturalım bir yerde tavla oynayalım da zamanı öldürmenin bile bizim vicdanlarımızda bir estetiği olmalı. e dolaşalım desen mal derler afedersin bu güneşte. yapacak az şey var, kapalı yerler bzi kapatıyor, açık yerlerdeki pek açık nesneler artık genç olmadığımızı hatırlatıyor, fena hislere garkoluyoruz.

eski hallerimize dönüyoruz biz de. bizim lise yıllarımızda devamsızlık sınırları böyle veresiye tablolu hesaplarla döndürülmezdi, biz borçlar dengesi falan bilmedik. çok artarsa gidilir rapor bulunur, yok muavin efendiye iki ağlanılır, pişmanlık beyanı verilirdi. ben ki ne oyunculuk yeteneklerinin harcandığına tanık olmuş üzülmüştüm o vakitler. devamsızlık hakkına sınır yoktu, fakat tabii ki paraya sınır vardı. gerçi kimilerimiz markalı giyinebilirler şimdinin converse'i yerine geçebilecek caterpillar sahibi falan olabilirlerdi ama cepte hep bir delik vardı. bir kere yaşıtlarımızdan farklı olarak o harçlıklar okul kantinindeki tosta kolaya değil bilcümle tekel camiasına kurban edildiğinden ve ötv yeni çıkan bir şey olmadığından sınırlıydık. 18 yaş sınırı konulmuş bütün meyhanelere girebiliyorduk, usul erkan biliyorduk zira. bakın şimdi artık şort giydiğimden midir, tipimizde mi bir yamukluk var, girince bir tuhaf bakıyorlar, o yıllar 'aleykum selam'la içeri alınır, 'olm ağzınızla için şunu' ile salınırdık. fakat ağzımızla içmeyi öğrenmemizin hayatın yıpratıcı tedrisatından geçmekle gerçekleşeceğini de bilmiyorduk henüz. o yüzden o parasızlıklarda iki şişe güzel marmara -hey be güzel marmara vardı o yıllar- yahut birkaç tek bira alıp vururduk kendimizi kırlara. kırlar bize yakın yerler şehir merkezinden iki yüz adım ötede bir sulak bir kurak iki güzel mekanımız vardı. o yılları birlikte yaşadığımız birkaç kardeşimiz isimlerini hatırlarlar: "cehennemin dibi" ve "cennete övgü". kimileyin oralarda uyuyup kaldığımız olurdu, kimi sularda yıkar ayaklarımızı arıtır, kimi dağlara şarkılar söyler bekçi düdükleriyle -bekçiler de vardı o yıllar- ayılırdık. güzeldi.

o yıllar 17 kalibre seri atımlı delikanlılarız (kızlar da vardı), hangi yana baksak aşık oluyoruz.

bizim güzeldi'li geçmiş zamanımız odur. eski güzel ve ferah, her mevsim bizim, her zaman evimiz gibi bir çay bahçesini yakıp restore ettiler, mado oldu, küfrettik. karşısına geçip uzun uzun baktık, yere tükürdük: "seni sevmiştik ulen orospu oluvermişsin" dedik. eski halini hatırladık, oradaki anıları taşladık, eskilerden portreleri anımsadık, "güzeldi" dedik.
altında içtiğimiz, tinerciler için fazladan şarap götürdüğümüz ırgandı köprüsü restore edildi, pek afedersiniz içine sıçıldı, şimdi ıvır zıvır satılıyor, çay da iki milyon. durup baktık, yeni hali bize dokundu eskisini seyrettik bir süre, canımızın yanışından tüten bir tatlı hüzünle "güzeldi" dedik.
altında uyuduğumuz setbaşı köprüsü altına bar ve cafe açıldı, çiçekleri de düzenlemişler, büyük iş! bir kış günü bu açık hava mekancıkları kapalıyken iki şişe şarap içtik, "sana taptık ulan sana taptık" naralarından sonra sesimiz kısıldığında dile geldik: "güzeldi"
şehrin her karışında bıraktığımız hatıralar vardı, denk geldik onları topladık, avuçlarımız içinde iki okşayıp yere bıraktık. şehrin her karışı bir müteahhitlik, projecilik, restorasyon, eşşeğin zikicilik halini almış, biz çok üzüldük.

cehennemin dibi yaban kaldı, pek el sürmediler. bu yaz mangal kömürünü keşfetmiş atalarımızın redd-i mirası ile çer çöp ve odun toplayıp yaktığımız ateşlerde sucuk, köfte, böbrek yaptık. etlerin bir bölümünü meçhul tanrılar için ateşe atıp ayaklarımızı derede arındırıp nefes aldık. pek içmedik, artık içmeyi unutuyoruz galiba. pek konuşmadık konuşacaklarımız küçülüyor galiba. eskide kaldık biz, güzeldi'li geçmiş zamanlarda.

ortalama hayatın ortalarındayız, hep eskileri konuşuyoruz. bizim suçumuz değil, bize özgü değil, 20 yaşından küçük delikanlılar, genç kızlar "eskiden" diye başlıyorsa cümleye bizim suçumuz değil. bir arkadaş derdi "bırçet, sen ben gibi adamlar sadece eskileri konuşuyorsa, biz de, memleket de, insanlık da yarağı yemiştir" koca bir umutsuzluk var artık zulalarımızda bırakın geleceği, biz şimdiki zamandan kesmişizi umudu. ha bugün ikinciye ızgara zulaladık cehennemin dibine ki bu bir iyileşme belirtisi gibi geldi.
eskilerde kaldık, güzeldi'li geçmiş zamanlarda, biliyorum acı bir şey bu, ama be bırçet, inan güzeldi.
edit: bugün o dereye düştüm, ıslandım, soyundum arındım. güzeldi.