50 ölü adam yürüyor da nereye yürüyor...

benden yaşça epey büyük ve ikiz olmaları sebebiyle aralarındaki dayanışma hayranlık uyandırıcı düzeyde olan iki şirin (!) ablacık bana bir sürü şeyin yanı sıra çok küçük yaşta ispiyonculuğun çok kötü bir şey olduğunu öğrettiler. sonuç itibariyle her cinayetlerinden sonra silahı elime tutuşturup "senin yaşın küçük fazla ceza vermezler" diyerek beni kolluğun önüne attılar. zaman zaman bunun karşılığında beni kolluktan korudukları da olmuştur. velhasıl ispiyonculuk en kötü şeydir, susacaksın!

ilkokulun ilk yılı, biri tenefüste birinin yemeğini yemiş, sonra da zaten sınıfta pek iyi itibarı olmayan benim üzerime atmıştı. öğretmen (inanılmaz bir psikopatmış) beni tahtaya kaldırıp hırsızlığın ne kadar kötü bir şey olduğu üzerine ders verdi. bana günlerce sürmüş gibi gelen dersin ardından teneffüste ispiyoncunun ağzını yüzünü dağıttım haliyle, evet bunu yaptım. bak şimdi aklıma geldi ben suçlu olmadığıma göre bu sadece ispiyonculuk bile değil, çocuğun adı ersin solmazdı, gören haber versin.

ama bu filmde öğrendik ki pek de öyle olmuyormuş, ahlaki değerlerimizin onaylamadığı kimi eylemler, insanlık yararına olumlu sonuçlar doğurarak, insanların hayatlarını kurtararak... hey yavrum hey! schillerin trajik çatışması, kant'ın ahlak öğretisi, kuçuradi'nin değerler tablosu, hepsi tamam da ihaneti ve ispiyonculuğu aklamak, böyle bir drama yeteneği ile mümkün olabiliyor herhalde.

özetle film martin macgartland isimli adi şerefsiz hain ve gammazın hikayesini anlatıyor. tabii ama hadiseye martin'in tarafından bakınca görüntü biraz puslu. martin (jim sturgess) ira militanı olarak ingiliz polisine bilgi sızdırıyor, böylece de "teröristlerin" öldürmeye çalıştıkları 50 adamın hayatını kurtarıyor.

şimdi gerçekler:

1- polisin ajan olarak kullandığı insanların çok azı böyle yüksek değerlere sahiptir, dünyanın her yerinde ve her zaman geçerlidir bu. zira polisin ahlaki değerleri her zaman çürük temellere oturur, çünkü statükonun, düzen ve diktatörlüğün her türü ahlakın en büyük bayraktarı ama en çürük tahtasıdır.
2- ira'nın terörist olduğu, eylemlerinin alçakça suçlar olduğu filmi yapanların önyargısı. kendilerine biraz sorulsa ve ingiliz askerinin irlanda'da ne halt ettiğini açıklamaları gerekse bir başka önyargıları ortaya çıkar: kraliçenin toprağı! irak'ta da vaktiyle kraliçe küpesinin tekini kaybetmiş onu arıyorlarmış.

irlanda konusunda iyi filmler çekilde, oldukça iyi filmler. fifty dead man walking'in giriş sahnesini önemli ölçüde arakladığı in the name of the father bunlardan biridir. the wind that shakes the barley daha eski bir dönemi anlatan ve muhteşem anlatan bir filmdir. hepsini geçtim de (the hunger) yeni çekildi, ona bir bakın hiç değilse. ve söyleyin bana, insanlar kendi ülkelerinde bu acıları çekerken gammazlığın ahlaki yanının nerde kaldığını.

99'da bir hapishanede uzun namlulu otomatik piyade tüfeğinden çıkan bir mermiyle öldürülen ümit altıntaş'ı tanır mısınız? öldükten sonra yürüyemedi de. onun sözüdür:

"böylelerinin hakkı mermi çekirdeğidir"

filmde de işte ışıklar güzel, teknik şöyle böyle, oyunculukların bir kısmı hayli iyi, sahneler sürükleyici bilmemne.

ha mutkili ali'nin filmini çekelim aynı yöntemle, kitapçıya bomba koydu (kimbilir daha ne haltlar) 1.500 adam kurtardı. 1.500 adam yürüyor da nereye yürüyor, bir bilebilsem.