"ellerim karnımda çektiğim acıyı dindirmek isterken eşim yatak odasının kapısından içeriye girdi. sevgi, acıma, nefret hiçbir şey yoktu gözlerinde. sadece yatakta iki kıvrım olmuş bana özellikle de bacaklarıma bakıyordu.
- soyun
- ağrım var, lütfen
- hangi gece ağrın yok ki, doktora da götürdük hiçbir şey bulamadılar. bana numara yapma, soyun!
tıpkı onun gibi baktım yüzüne. sevgi, acıma, nefret ifade etmeyen donuk bir bakışla. soyundum ve istediği şekilde yattım yatağa. içimde yanardağlar akıyordu alev alev ama bu o an için olması gereken nedenden değil çektiğim ızdıraptandı. dudaklarımı ısırıp başımı yana çevirdim, gözümden dökülen yaşları görmesini istemiyordum. geçen gece ağladığımı gördüğünde daha acımasız davranmıştı çünkü. gözlerimi kapatıp dua ettim; " allah'ım bu işkence n'olursun kısa sürsün." dualarım kabul oldu, terli bir şekilde istediğini almanın mutluluğuyla üstüme tüm ağırlığını bıraktığında gözlerimi sildim yavaşça fark ettirmeden. ama fark etmişti. bir süre sessizce yanımda uzandı. sonra doğrulup beni kendine çevirerek sanki az önce bana acı çektiren o değilmiş gibi sevgi dolu bir sesle konuşmaya başladı.

-bak güzelim. benden nefret ediyorsun şu an biliyorum ama bilmediğin bir şey var ki eğer evliysen eşine karşı sorumluluklarını yerine getirmek zorundasın. az önce yaptığımız şeyde bu sorumluluklardan bir tanesi. evlilik üç bacaklı bir sehpa gibidir, sevgi, saygı, seks. bu bacaklardan biri kırıldığında veya kısa kalırsa evlilik ayakta duramaz çöker. senden bunlardan birini alamazsam dışarıda ararım. evliliğimizin bir anlamı kalmaz. haksız mıyım?

işte böyle ebe hanım ne yapacağımı şaşırdım. evlilik üç bacaklı bir sehpaymış; sevgi, saygı, seks. "e be domuz herif bu bacakların seks ayağını almak için benim sevgimi nefrete dönüştürüyorsun. sana karşı saygım desem hiç kalmadı" diyemedim. lütfen bana yardım edin artık bu adamada bu acıya da dayanamıyorum. anneme anlattım "kocan, tabi ki döverde severde" dedi. boşanmayı düşünemem bile iki bebeyle babamın evine nasıl dönerim. nolur bi ilaç bi krem bir şey verin şu acım dinsin. yoksa bir gün kendimi öldüreceğim."

aile planlaması polikliniğindeki sıradan günlerden biriydi bunları dinlediğimde. elimden geldiğince yardım ettim daha 22 yaşında iki çocuk annesi bu kadına. sıradan bir gündü çünkü çok daha kötülerini görmüştüm. yüzüne bakmaya kıyamayacağınız, daha 17 yaşındaki bir fidanın tek gözü mor kaşı dikişli olarak geldiği gün kadar sıradan. kocası dövmüştü onu da. bu mesleğe ilk başladığım günlerde hırslanır olur olmaz tutamayacakları tavsiyelerde bulunurdum. "polise şikayet et, ailene söyle, boşan!" ama zamanla anladım ki bunları yapabilecek olsalar zaten bana gelmezlerdi. onların istediği tutamayacakları tavsiyeler vermem değil, onlara değer verip dinleyip, zorluklarına çözüm yolu göstermemdi. çoğunun eşinin bu olayda geçen eşten farkları yoktu. madem evlendik sevişmeliyiz diyorlardı.

onlar için evlilik her ne kadar üç bacaklı bir sehpa gibi görünse de, seks ayağı üstünde duran tek ayaklı bir bar taburesiydi.
ne garip değil mi.. iki insanın sevgisinin toplumda kabul görebilmesi için bir kağıt parçasına imza atmaları gerekiyor.. hatta çoğu zaman o bile yetmiyor çalgı çengi isteniyor.. sonra imzaları attıktan sonra gerdek deniyor eğer gerdeğe girmezsen kanunlar bile seni evli saymıyor ve tek celsede boşuyor..
mesela bir adamı seviyorsun ya da kadını.. yıllarca bu adamla beraber yaşıyorsun herşeyi.. ama ne oluyor düğün dernek diyorlar.. nişan yetmez nikah o da yetmez düğün diyorlar.. öyle az buz da değil ha düğün denen şeyin masrafı.. tabi kimse işin o kısmında değil.. herkes ben gider atarım göbeğimi gerisi beni bağlamaz diyor.. en sonunda ben de öyle dedim.. siz bizim düğünü hazırlayın söz ben de gelip iki göbek atacam.. hatta halay başı bile olurum.. söylemesi ayıp iyi çekerim halay.. hatta horon bile teperim..