sözlük anlamıyla evcilleştirme bir hayvanı insanlarla yaşayabilir ve onlara hizmet edebilir hale getirme işidir, onu ehlileştirmektir. ingilizce'deki karşılığı olan "domestication" da, dilimizdeki gibi, eski roma'da "ev" anlamına gelen "domus" sözcüğünden türemiştir.

daha geniş anlamı ile ise evcilleştirme, bir canlının insan tarafından doğasından
koparılarak, insana mahkum ve ona hizmet edecek şekilde, insanın evine uyarlanmasıdır. evcilleştirilen canlı artık "yaban" değildir. ardılları amaca göre biçimlendirilecektir.

insan, beslediği canlının kendine yaklaştığını fark etti ve o canlıyı diğer besin
kaynaklarından uzaklaştırıp kendi beslemeyi yeğledi.

insanın evcilleştirebildiği ilk canlının kurt olduğu tahmin ediliyor. kültür evriminin bir
bölümünde leşçil yaşam süren insan, kendisi gibi leşçil olan kurda belki de zamanla, kader birliğinden dolay, yakınlık duydu ve onunla yaşamaya, daha sonra onu beslemeye alıştırdı kendini. kuşku yok ki kurdun hizmetinden de faydalanmış olmalı; en azından günümüzde yetiştirilen av köpeklerinin de atasının kurt olduğunu biliyoruz.

insanın hayatta kalma biçimleri değiştikçe evine giren canlılarda da çeşitlenmeler oldu. göçebe çoban topluluklar antilop vs. denemelerinden sonra sığırı evcilleştirebildiler. tarımla birlikte ise insan ilk kez bitkileri evcilleştirmeyi öğrendi. üretim yapan insanın evinin kapıları zamanla öküz, eşek, at, domuz gibi hayvanlara da açıldı. uygarlaştıkça insan doğayı da evcilleştirebildi: parklar, bahçeler kurdu, saksıda çiçek yetiştirdi. balık havuzları ve çiftlikleri kuruldu, akvaryumlar oluşturuldu. bazen de hayvanat bahçeleri açıldı, bitki ve hayvan aynı ortamda evcilleştirildi.

insan da evcilleşti. insan, insan uygarlaştıktan sonra evcilleşti:

avcı-toplayıcı topluluklar, başka bir avcı toplayıcı toplulukla çatıştıklarında, kazanan
taraf ya kaybedenleri tamamen öldürüyordu ya da kaybedenlerin sağlam olanlarını kendilerine katarak yoluna devam ediyordu. bu toplulukların eşitlikçi dengeli yapısı, "eski düşman" bile olsa, yeni üyeye haksızlık yapılmasına izin vermiyordu.

uygar toplumun eşitsizlikçi, sınıflı yapısı ise böyle bir çatışma (savaş) sonunda ele
geçirilen "düşman" insanların evcilleştirilmesine izin verdi. bu duruma daha çok
"köleleştirme", evcilleşen insanlara da "köle" diyoruz. evcilleşen insanlar "üretim"de
"emek faktörü"nü oluşturdular. her evcilleştirilen canlı gibi, evcilleştirilen insan da
alınıp satılabildi, takas edilebildi. bu "emek faktörü"nün omuzlarında nice uygarlıklar
yükseldi.

neyse ki, endüstrinin başlamasıyla olmasa da, endüstri devrimini takip eden zamanlarda evcilleştirilen insanlar tekrar "özgür"leşti. endüstriyel üretimde "emek faktörü" artık "köle" değil, "özgür", "bağımsız" insandı. bu tip emek faktörü artık alınıp satılamıyordu; yalnız, emeğin transferi olabiliyordu. örneğin, a ülkesi, b ülkesinden "işçi" isteyebiliyordu. tabii, böyle bir insan transferi, birebir köle ticareti ile eş
tutulmamalıdır.

sözün özü, evcilleştirmek, bağımlı kılmaktır. insan evcilleştirmek de, balık tutmayı
öğretmeyip, balık tutmayı engelleyip, kontrollü olarak "hazır" balık vermektir. bunun her zaman balık olması gerekmez; kömür de, yardım aylığı da olabilir...