eski ayakkabılarım.. hakikaten eski, yeşildiler yeniyken, şimdi tartışılası bir renkte sanki.. hani suluboya yaparken, suyu bandırdığın bardak garip bir renk alır ya, bildiğin o renkte.. aldığımda hevesli bir veletti, zaten çok seçenek yoktu ya, ama gene de "beni giy beni giy" diye bağırırdı.. yolun sonuna kadar yüreyelim isterdi, "valla hiç acıtmam canını", "sola kıvrıl şuradan, aşağıda bildiğim çok iyi bir manzara var".. hevesli.. en güzel kelime.. ben gibi, hevesli idi, istanbul'u tanımaya..
iki hevesli çok gezdik biz.. kıyafetler, arkadaşlar, takılar, hayatlar, kitaplar değişti.. kendisi sabit kaldı.. oldu tabii, kendini büyüttüğü, ukala ukala kafa şişirdiği.. yazın giydiğim sandaletler ayağımı kokutunca kıs kıs kenardan gülmedi değil.. ama onun da burnu sürtüldü, valla, ben gibi.. heveslerimiz, ponzataşı eşliğinde sürüm sürüm sürtüldü. yanlış oldu deği mi bu anlatım.. olsun, biz ayakkabılarımla yanlışlar da yaptık, yanlıştan korkmayız biz.. nihat doğan gibi mi oldu burası, "biz çok sevdik seda hanımı"... he sevdik derken, sevdik de..
sonra sayısız kere vazgeçtim ondan.. yeter artık, çöpün kenarına koyuyorum, eskidin artık dedim.. delilikten mi hayal gücünden mi, öyle istediğimden mi, "biz çok üzüldük be seda hanım"... dolayısıyla gitmedi yeşilden bozma ayakkabılarım, her daim yeşilden bozma hayatımda kaldı.. sayısız seferler, annem atmaya kalktı, kurtardım onu her seferinde, savundum sonuna kadar.. o giderse ben de gider çöplükte yaşarım dedim... fazla abartma tozu oldu sanki, olsun biz severiz abartmayı yazarken, yaşarken abartamayanlar...
eski ayakkabılarımla birlikte eskidik.. çok da dramatik olmaya gerek yok, daha belki de ilk önemli virajdayız.. dokuz beşlerime, dokuz dokuzlarıma, dokuz onikilerime eşlik etmiyor.. ne işi var onun plazalarda, dört duvarlarda, benim ne işim var? haftasonu ekmek almaya giderken, usul usul konuşuyoruz, naber-nasıl gidiyor-öbür fırına gidelim cevizli ekmek varmış-çok sıkıldım be-neyden sıkılmıyorsun ki, diye diye. müzik bile dinliyoruz.. orta yaş sendromuna girdim mi? sanmam ama benim yeşilden bozma canım ayakkabılarımla biz her haftasonu daha umutlu daha hevesliyiz.. haftaya trene mi binsek, menekşe istasyonuna bile gideriz, fotoğraf bile çekeriz..
iki hevesli çok gezdik biz.. kıyafetler, arkadaşlar, takılar, hayatlar, kitaplar değişti.. kendisi sabit kaldı.. oldu tabii, kendini büyüttüğü, ukala ukala kafa şişirdiği.. yazın giydiğim sandaletler ayağımı kokutunca kıs kıs kenardan gülmedi değil.. ama onun da burnu sürtüldü, valla, ben gibi.. heveslerimiz, ponzataşı eşliğinde sürüm sürüm sürtüldü. yanlış oldu deği mi bu anlatım.. olsun, biz ayakkabılarımla yanlışlar da yaptık, yanlıştan korkmayız biz.. nihat doğan gibi mi oldu burası, "biz çok sevdik seda hanımı"... he sevdik derken, sevdik de..
sonra sayısız kere vazgeçtim ondan.. yeter artık, çöpün kenarına koyuyorum, eskidin artık dedim.. delilikten mi hayal gücünden mi, öyle istediğimden mi, "biz çok üzüldük be seda hanım"... dolayısıyla gitmedi yeşilden bozma ayakkabılarım, her daim yeşilden bozma hayatımda kaldı.. sayısız seferler, annem atmaya kalktı, kurtardım onu her seferinde, savundum sonuna kadar.. o giderse ben de gider çöplükte yaşarım dedim... fazla abartma tozu oldu sanki, olsun biz severiz abartmayı yazarken, yaşarken abartamayanlar...
eski ayakkabılarımla birlikte eskidik.. çok da dramatik olmaya gerek yok, daha belki de ilk önemli virajdayız.. dokuz beşlerime, dokuz dokuzlarıma, dokuz onikilerime eşlik etmiyor.. ne işi var onun plazalarda, dört duvarlarda, benim ne işim var? haftasonu ekmek almaya giderken, usul usul konuşuyoruz, naber-nasıl gidiyor-öbür fırına gidelim cevizli ekmek varmış-çok sıkıldım be-neyden sıkılmıyorsun ki, diye diye. müzik bile dinliyoruz.. orta yaş sendromuna girdim mi? sanmam ama benim yeşilden bozma canım ayakkabılarımla biz her haftasonu daha umutlu daha hevesliyiz.. haftaya trene mi binsek, menekşe istasyonuna bile gideriz, fotoğraf bile çekeriz..