hilmi yavuz'un şiirinde geçen ve engin ardıç'ın vakti zamanında daha kekremsi tad almamışken ve bu bezmişliğini yazılarına bulaştırmamışken yanlış hatırlamıyorsam teğel teğel hüzün kitabında da olan eski musikimiz hakkında yazdığı yazının başlığı olan kelime dizesidir.

şimdi size engin ardıç'ı anlatacak değilim. fakat bu kadar hassas bir efendinin etrafı puşt zulası iken önceleri hurra etmesi ve akabinde koyver gitsincilik yaptığını vakti zamanında bir yazısında 'bu kadar pis bir camiada ve böylesine ahmak bir toplumda yazı yazmak mutluluk mu verir sanırsınız' diye dışa vurmuştu. o yazının adını bir zahmet 'ahmaklara için özel yazı' olarak okuyun. şimdi buraya koyup anlamı şişirmenin bir alemi yok.

nedense behiye aksoy'un sesinden hangi rüzgar attı seniyi dinlerken başlıktaki kelam aklıma gelir. hele ki eylülden ekime geçilirken sabahın körü olmuş ise kahvenin içine konyak boca etmişsem zihnimde yankılanır.

belki de şebelekçe hissiyatlardan daha onurlu bir duygudur hüzün. eh bunun yansıması yazıdır.

bir çok kişi üzerindeki yüzü atabilmek için çeşitli atraksiyonlar yapar.

kimileri para yapar, kimileri ise kırtasiyeye gömülür, kimileri ise katranlı türkiye gündemine gark olur ve kendi kendinin tabutuna çiviler çakar.

bazı kişilerse bu yükü üzerlerinden atarken daha kalıcı ve daha güzel bir biçim vermek için uğraşır.

tak tak cıtlı daktilo sesleri siber alemle beraber klavye başında piyano çalar gibi kelamlar nakşeder. sanki as times goes bye şarkısını çalarmış gibidirler. piyanoya yeteneği olmasa bile çıt çıt sesler o ritmi verir.

fakat çetin altan'ın bir yazısında büyük bir usançın getirdiği bir dış vurumla çıt çıt sesi 'hayatın hep böyle mi geçecek aptal aptal namelerini' duyduğunu yazmıştı. fakat buna rağmen hala büyük bir dikkatle ve zevkle her sabah sabahın yedisinde günün ilk türk kahvesini içerek kah erenköy'deki evinde kah köyçeğiz de yazılarını kaleme alıyor.

gam, elem, tasa, sıkıntı, ömrü hayatın rüya gibi geçtiği hissiyatının geçip hüzünse bunların bırakmış izleri olabilir.

ama o kadar tatlı birşeydir ki sanki yahya kemal'in ses şiirindeki;

günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum,
'yarab! hele kalp ağrılarım durdu!' diyordum.
his var mı bu alemde nekahat gibi tatlı
gönlüm bu sevincin heyecanıyla kanatlı
bir taze bahar alemi seyretti felekte,
mevsim mütehayyil, vakit akşamdı bebek'te,

dizelerdir belki.

anlatmadan anlasılmayı sevenlerin can yoldaşıdır.

bir dolar karşılığı ne kadar az verebileceğini değil ne kadar çok verebileceğini görmektir belki.

belkisi de melkisi de yoktur.

ama bütün bunlara rağmen elbette hüzündür en çok yakışan bize.

madem hilmi yavuz'un şiirinden ilhamlanan engin ardıç ile başladık bari o şiiride verelim yeni yeni hüzünlere yelken açalım. pişmanlık mı nedamet mi yoksa değişik bir ritim mi bilemeyeceğim...

nazım hikmet
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız

biz, ey sürgünlerin nazım'ı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lacivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız