tozu dumana katarak varlığını rulet masasına koyarken kayıp bir aşk, ağıtlar yükselmedi hiçbir sessizlikten.
biliyorum, hafızalara kazınacak türden değildi yazgının bu aşk için sundukları. sonya, sevgilim.

ne zaman yüreğimden kopan cehennem düşleri depara kalksa, orda olmayışın nefesimi kesiyordu. bir ölüm ancak yalnızken kendi ağıtını yakar ve ancak senin yalnızlığına sığıyordu tüm ölümler. sorularla beni ikna edemezsin sonya. sorduğun her soru ancak seni ele veriyor. ölümle doğurduk, ölümle büyüttük dünyamızı ve ölümle sonlandıracağız ağıtların sessizlikle birleştiği yerde. gecelerde belki de gecelerin sabaha bağlandığı kızıl zamanlarda.

sonyam, sevgilim. içinde bulunduğum cehennem kaçkını hallerimden dehşete kapıldı ruhun, kilometrelerce üzüldün.

çok üzüldüm de, kimliğini belli etmeyen bir suret oldum belki. ama biliyorum beni sevmiş olduğunu. sarpa saran düşüncelerin bir birine girdiği, labirentler oluşturduğu, kaybolduğu yerlerde bana baktın. beni gördün sonya. delirmenin hassas çizgisini zorluyorken bünyem, kaybolmuş düşlerden iyi işler çıkarmaya çalışan o çocuk tarafın yok mu? beni ölümün elinden kurtaran işte o oluyordu sonya.

hiçbir şeyi zamanla sınamadık, ne uzunluğuna baktık ne de doğruluğuna. sadece zordu, sadece güzeldi sonya. sadece hayat kurtarıcıydı, üstelik ağıtlar yakılırken düşlere. bunu bilmelisin sonya. bilmediğin etkilerini bilmelisin.
dağınık kelimelerim bir aşkın deliliğe kafa tuttuğu tozlu loş mahsenlerde beden buldu. hala deli savaşından üstü başı hırpalanmış bir hal var öbür yarımda.

ne zaman sana bakmaya kalkışsam içimde inceden bir utanç belirir. bıçak çektiğim her şey karşımda, boğduğum her canlı sırtımda. ne zaman sana bakmaya kalkışsam aramızda düşlerle örülmüş bir duvar. bu duvara rağmen sevdim seni. deliliğe rağmen sonya.

insanoğlunun hatırlayamadığı bir zamandan duydum ağıtlarını. sen kendi üslubun ile sevgini kattıkça ağıtlarına, ben dirinim gösteriyordum karanlığın güne durduğu çizgide. unut hepsini sonya.