"yazmak mutsuzluktur..." diyordu usta...

oysa mutlu eder, biliyorum...

bazen sözcükler damağına yapışır, nefes almaya çalışırsın...

içinde bir çığlık susar...

insan bazen diner, uyur, kemikleşir...

oysa ne çok anlattın değil mi? ağzında sözcükleri çağlata çağlata...

hiç görmediğin insanlara, hiç bilmediğin şehirlerde anlatmak isterdin...

kahkahaları avucunda biriktirirdin, yeri gelince kullanmak için değil mi?

dilin hep ıslaktı oysa, biliyorum...

insan yazmalı... gezegenin bir yerinden hayata tutunmak için belki...

ve oysa şimdi, gece bir sfenks gibi karşında dururken, altından taşları çekiştiriyorsun karanlığın değil mi?...

çünkü; bilirsin her insan bir yalancıdır ve her gece, birer sorgu odasıdır...

ağaçları yararak geçiyordu düş. demin geçti burdan, gecenin ortasından...

düş evrenin sarsılırken, yazarsın sen...

çünkü, kayıtları sağlam tutulmalıdır hayatın...

tekerrür hazırlığı böyle bişeydir...

çünkü; düşler ve hayat birbirini tutmayan imzalar gibidir, biliyorum...

bir aşka yapılan teşebbüs, intihar mektubudur belki mesela...

terkedilmiş binalar gibidir kalbin oysa...

hani filmlerdeki gibi bir "elveda" sahnesi bıraksaydın keşke...

sen ise bir cinayet romanındaki seri katilin suretine bürünüp kaçmayı seçtin...

ve bana kalan, bir otopsi, bir de yakın mesafeden, susturucuyla ateşlenmiş uzun hikaye bir "keşke..."

bir serüvencisindir şimdi, gecenin orta yerinde...

kendini "tuvalete gidip geliyorum" diyenleri beklerken hesabı almış, ödemiş gibi hissetmen bundandır...

yüzünün bir kenarında, kırıntıları kalmış sabah simitlerini ellerinle el çabukluğuyla ötelerken, öte yanda kalan ağız dolusu küfürlerin farkında bile değilsindir...

değiliz...

diyordu ki şair;

"ömrümüz ayrılıklar toplamıdır, yarım kalan bir şiir belki de..."

işte demem o ki; ilkokul müsamerelerindeki şiirlerde bırakmıştın belki aklını...

oysa görülen şu ki; hayat başlanamamış şiirlerden ibaret...

ve gece, hala soğuk... soğuk yüzlü...

her düş akıp giderken harelenen gökyüzünün kızıllığında, garsona siparişi duyuramadığımız haldeyiz, yine...

zaman kusar hayal kırıklarını, biliyorsun değil mi?...

kopardığın herşeye hala kanıyorum biliyor musun?

çocukken çektiğimiz tek acı, bisikletten düşmekti belki...

düştün...

düş-tün...

bir daha...

sonra bir daha...

ve bir daha...

dizlerine bak!

hala yürüyebiliyorsun...