''dostluk, bir kavram, bir etiket midir? bir insan 'dost' sıfatını kazanırken onu hak eder mi? birine dostluk payesi verirken ve sonrasında 'gerektiğinde' onu sınır dışı ederken ölçü nedir? ölçü var mıdır, olmalı mıdır? bu tamamen duygusal bir olay mıdır?

acı, ne zaman sahte ne zaman gerçektir? göreceli mi? zayıflık belirtisi mi? acıdan kaçmalı mı üzerine mi gitmeli ? her acı geçer onu biliyoruz, geçerken yıkıp geçişi seyredilmeli mi? müdahale edilmeli mi?

dostun belli derece de olsa dayanılacak bir destek bir güven kaynağı olduğu düşünülürse acısını acziyete dönüştürmeye başlayan bir dost için ne yapmalı? bu dostluk için bir sınav mıdır? yoksa hiçbir şey yapmamalı da dost mu sınavdan geçirilmelidir?

salyası sümüğüne karışmış, isyanı doruğa ulaşmış, feryat figan ortalığı birbirine katan bir velet; ya da aklını başından uçurmuş, ne dediğini kulağı duymayan, denize düşmüş yılana sarılmış bir şaşkın... dostun bu iki halden birine düşse ne yaparsın?

dostun rezil bir haldeyken neler hissedersin? annesi ya da babası gibi mi koruyup kollayıcı bir şefkat ve telaş, ya da arıza yapıp seni yarı yolda bırakan arabana duyduğun öfke, ya da olmadık bir zamanda yırtılıp bir yerini açıkta bırakan bir giysinin yarattığı utanç?

'dostluk üzerine' ahkam kesen felsefe metinlerini unutur musun? ( bunlar rica). dostlukla ilgili tüm aforizmaları, filmleri ve şarkıları unutur musun? dostun yüreğine dokunabilmek her ne kadar en baba klişelerden bir olsa da birinin yüreğine dokunabilmenin zorluğunu hatırlar mısın? bunu hiç yapabildin mi?

nasihat kendi yiyemediği ekmeği küflenince başkasına yedirmek değil midir? hayata neden hiç kitap okuyup televizyon seyretmemiş bir insanoğlunun 'salt' lığında bakmıyorsun, insanca pek insanca. yani ağlayanla beraber ağlamak. nefesi kesilmiş bir insana boğulmasın diye nefes niyetine yalanlar söyleyebilmek...
yoksa ağlayan dostuna gözyaşlarının hesabı mı sorulmalı? suçluysa hesap mı ödetmeli?

üstüne bir de felsefe mi yapmalı? 'sen hayatın karanlık sularında gemilerini çatırdatmaktan çekinme , çatlağın bir yerinden sızan bir ışık için buna değer. seni öldürmeyen acı seni güçlendirir.' sanki kendi acılarının provasını yapar gibi, bir denek gibi dostunu kullanıp acısını küçük görmeli? onu zırhlarından soyup acısının üzerine sürmeli?

birçokları tanrıyla dost olmak ister.
yoksa sen, dostuna acısını çektirerek onu bir tanrıya dönüştürmeye mi niyetlisin?''

yazıyı okuduğunu bildiğim dostuma: eğer elimi yanıcı maddeye bulaştırmaktaysam suyu şimdi getir ki elimi temizleyeyim. kibrit çakıldıktan sonra yangın söndürmeye koşan çok oluyor zira.
dalak bir insan olsaydı sıfatı dost olurdu. içinde, bir yerlerde kendini hatırlatan bir yerde.

mesela sevgili bi organ olsaydı... uuf, sevgili bir organ olmazdı. protez kol bacak olurdu. evet evet, olmazsa olmaz gibi, olmayınca da olur gibi.

insanın kanatları varsa o kesinlikle anne babasıdır. kırıktır bazen. bazen tek kanatla uçmaya çalışanlar, hatta başaranlar alır gözümü. benim bir kanadım örümcek ağlarından örülü mesela. hiç savurmadım beni yukarılara uçursun diye.

-geçen yine tespit yapıyorduk. tespit demişken, kaygan zeminli ilişkilerde referans noktaları inşaa edip tutunmaya çalışıyorduk. isabetli sabit noktalarımız var mıydı bilemiyorum ama ikimizin noktalarından geçen bir doğrumuz vardı, dostluğun ölçü birimi güvendi.

dalağımı aldırdım. belki de söküp attım. bilemiyorum ki hangisi. bilemiyorum çünkü kendiliğinden olmuş bitmiş gibi. ben karar almışım gibi. içimde bir boşluk var gibi. gibi değil var. kocaman bir boşluk. öldürmüyor, yormuyor. olmasa da oluyormuş mesela. insan içinden bir parçasını yitireceğini bilince dehşete düşer ya, bazı ihtimaller öyle dehşete düşürürdü ki beni. gerçek oldu. dalağımı aldılar. yaşıyorum. içimdeki boşluk, gün geçtikçe daha az batar oluyor. gün gelecek "acımaycak".

o acı, dostu koyduğun yerden gelir. geçer.

*(*birisi var ki) *(*metastazlı dostluk hücrelerim kendisi benim.)