sözgelimi, bir uykuya hazırlanıyorsun, perdesini aralıyorsun o an yanındaki pencerenin. ay ışığı vuruyor yüzüne. beyazlığa dalıyorsun bi süre. sonra gözlerin duruyor öyle beyaz... hep beyaz...

bir sonraki güneş, bir öncekinden daha aydınlık olsun istiyorsun... bir sonraki gün daha yavaş dün dediğinden...

böyle; bilmediğin, duymadığın şehirlerin, hiç hissetmediğin iklimlerinde koşturuyorsun bi süre...

düş bu ya; bakıyorsun gökyüzünün orta yerine... engin bulutların, dingin maviliğine...

sonra bir yeşil buluşuyor avuçlarında, bakıyorsun: yeşil...

kulaklarından süzülüyor rüzgar... sen koşuyorsun hala, ve durmadan...

ansızın, selam veriyor güneş, yarılıyor dağ, susuyor kargalar...

sen koş diye, daha da hızla...

bir uçurumun kıyısında bağırıyorsun.

son ses...

sonra her şey kararıyor. kulağında gurultular...

bakıyorsun siyah, hep siyah...

hadi uyan!

bir gece irkilir uyanırsan, karnındaki boşluğun acısıyla; unutma, en çok zihninin yakasında asılı kalan ellerin üşür, bilirim...

sonrası siyah, hep siyah...

geceleri bakma pencereden, ay vurabilir tükettiğin düşlerine...

düş bu ya, bakıyorsun gökyüzünün orta yerine...

bulut siyah, gök siyah...

hadi uyan!