izlediniz mi bilmiyorum ferhan şensoy'dan yorgun matadoru. izlemediyseniz problem değil ama izlediyseniz bravo derim ve tebrik ederim.

henri pierre cami denilen po doğumlu kendi memleketinde bile tanınmayan bu girift olduğu ilk başta bir mantığa oturmadığınız bu herifini hikayesi matraktır.

kendisi matador olmak istemiştir. ama matadorun yeteneksizi kıçına hart diye boğanın boynuzunu yiyeceğine zaman cinayeti işlemeye karar veriyor tiyatro oyuncusu olmaya. zaten tiyatroda yeteneksizler yeteneklilerden fazla diyip ve de buna güvenerek parise hicret ediyor.

nasıl becerdi bilinmez ,kendisi de şasar ya, paris konservatuarına kapağı atar. baştan aşağı sanki matadormuş gibi siyah giyen cami efendi lehçesi biraz garip olduğundan bol bol matrak geçilir konservatuarda. uğraşır didinir düzeltmeye ama sonuç nahmuzafferiyet....

drank diye kapıyı vurur çıkar gider, odeon tiyatrosuna oyuncu olarak girer. bir de fiyakalı fotosunu köye gönderir. hava atmak için.

ama kazın ayağı öyle değildir. çünkü lehçesi farklı olduğu için ya kekeme yahut dilsizi oynamaktan başka bir rol yapamaz. hayır bir konuşabilse hangi dağın ayısı olduğu belli olacaktır ya...

talihi bir gün döner. ünlü bir aktörün rolünü oynayacaktır. ünlü aktör turnedir. oyuna iki gün kala aktör tiyatroya geri döner. buna da kısa postacı rolü taktim edilir. cami efendi buna eyvallah der ama tekerlekli sandalye ile çıkmak istediğini söyler. aslında bu isteği matraklıktır. ama ciddiye alırlar buna harlarlar. bu da inada bindirir işi. en sonunda my way or high way haretini çekerek benim istediğim olmazsa bırakırım ulan tiyatroyu der. kimse ona kal demez. o da vurur kapıyı sıçtığı oden tiyatrosundan çıkar gider.

oyunlar yazar oyunlarını satamaz. bari der kendi başıma mizah dergisi çıkartayım der. adı da 'resimli küçük cenaze alayı, ölügömücülerin mesleki ve mizahi dergisi. onbeş gün de bir çıkar 7 sayı çıkr ondan sonra dergi sizlere ömür olur.

kendi ağzından yazma serüvenini arz edelim;

sabah erken otururum masaya
daktiloyu kağıda
kağıdı daktiloya
bir düşünceyi takarım kafaya
bir düşünceye kafayı
yazarım düşüncem elimden hızlı
ben hiç kalkmam masamdan
masa kalkar yer yer ve zaman zaman
ben beklerim masayı
düşüncem bekler
sabah seher vakti
kalkarım masadan
bakarım ki sabah olmuş yeniden
oturum masaya
yazı ile yapıştırım bir sabahı bir sabaha
yazsak kimse inanmaz
salaklıklardır bunlar
yazsan kimse inanmaz
salaklıklardir bunlar

ne yazdımsa kısa yazdım
şişman şişman yazanlar var
bir düşünceyi alıyorlar
sayfa sayfalıyırlar
ne yazdımsa satır yazdım
cok düşündüm cümle yazdım
cümle alem bakakaldı

çocukken şiirler yazdım
bilmemkim gibi hüzünlü
kenarı çiçekli siir defteri
yazdığım şiirler sanki
daha önce yazilmis gibi
soylediklerim daha önce,
daha güzel söylenmiş gibi

sonrası malum -aslında değil- 1958 senesinin 3 kasımında 74 yaşında ölür. öyle bir unutulmuştu ki öldüğünü duyanlar ölüdüğüne çok şaştılar.

ama kafama takılan şu; düşünce. düşünce kelimesi meali anlamı vesairesi.... bunnu hakkında çok şeyler söylendi. benim yazackalarım da onların yinelenmesidir.

yinelenmesi olduğu halde daha söylüyemiyorsam niye terennüm edeyim?

herneyse;

düşünce hakikattir. beşeriyet ve fiziksel dünya yanılsamadır ilüzyondur diyerek yazımı nihayetlendiriyorum. ve de şunu cami kılığına girerek terennüm ediyorum;

paris azgın bir boğadır
matadoru ben olayım
sabah pazara varayım
kendime mızrak alayım