insanların telaşları yüzlerinden okunuyordu, herkes akşam ki yeni yıl kutlamaları için koşuştura koşuştura alışverişlerini yapıyor, evlerine yol alıyor, yüzlerine ise bu telaş yansıyordu. bende ise hiçbir tepki yoktu yeni yıla dair, içimde en ufak bir heyecan kıpırtısı yoktu. hızlıca yürüyen insanlara, ellerinde içinde neler olduğunu tahmin edebildiğim poşetlere ve bu telaşa birazda şaşkınlık içinde bakıyordum. düşünüyorum, yarının bu günden ne gibi bir farkı olabilir ki? yok işte, senede bir, bir rakam artıyor diye bu kadar telaş yapılmasını hiç çözemedim. sanırım ömrümce de çözemeyeceğim.

vapurla karşı yakaya geçiyorum, kış güneşi tabirine uyan bir güneş var gökyüzünde. bakabiliyorsunuz çıplak gözle, biraz kamaştırıyor ama o turunculuk içinde gözleriniz kamaşmıyor. yaydığı sarıdan bozma ışıklar istanbul siluetini öylesine belirginleştiriyor ki bu şehrin görseline bir kere daha hayran bırakıyor insanı. havanın soğukluğunu sindiriyor bu durum. etrafımda insanların çok azının bunu fark etmiş olmasını ellerinde tuttukları ve ısınmak için yudumladıkları saleplerden anlayabiliyorum. zamanın değerini çözebilse eğer insan, bu koşuşturmanın gereksiz olduğunu anlayacak diye düşünüyorum büyük bilginler gibi. daha sonra, sen önce bir aynaya bak şuursuz lafını yapıştırıyorum ki kendime, yalnız olmama rağmen gülümsemem kimse tarafından fark edilmiyor. insanlar, hepsinin acelesi var ve hepsi bir şeylerle meşguller sürekli.

vapur iskeleye yanaşıyor, karmakarışık atlıyoruz üstünden ve herkes acelelerinin peşinde sürükleniyor. bense otobüs duraklarında hangi otobüse bineceğimi bilmeden bakınıyorum otobüslere. unkapanı na giden bir otobüs arıyorum ve kolay bir şekilde buluyorum. biniyorum, kısa bir süre sonra, camları buğulanmış otobüs istanbul soğuğunu yararak hareket ediyor. içimde, mutluluğu tadacak olmanın heyecanı ile ineceğim durağı kaçırmamak için gözlerimi dört açmış vaziyette dışarıyı gözlemliyorum. güneş şehre veda etmiş, akşamın koyu grisi istanbul u sarmak üzere. unutulmuş evliyalar gibi eski binalar şehrin karanlığında yükseliyor göğe doğru, yalnızlıklarından mı yoksa unutulmuşluklarından mı bilemiyorum, üzerlerinde bir hüzün tortusu var sanki. her biri ayrı bir öykünün kahramanı, her bina içinde yüzlerce dünyayı barındırıyor. şehrin kalabalığında onların yalnızlığı fark edilmiyor bile. unutulmuşlar ve yalnızlar. yalnızlıklarını kendi başlarına yaşamaya mecburlar.

iniyorum otobüsten, ışıklardan karşıya geçerken yolu tarif etmek üzere arıyor beni. gireceğim sokağı tarif ediyor, ara bir sokak. giriyorum sokağa, telefon halen kulağımda, konuşa konuşa ilerliyoruz. sokağı öylesine ezberlemiş ki artık, yanından geçeceğim tüm dükkanları tek tek sayıyor. şaşırıyorum belli etmeden. bir mont dükkanı, bir kitapçı, bir kuruyemişçi, bir kafe, sonra bir kafe daha. tek tek sayıyor bunları. bense her saydığı mekan ile şaşkınlığımı büyütüyorum çaktırmadan. ve nihayet bulunduğu yere varıyorum. içerinin sıcaklığını üşümüş yanaklarımı okşarken hissediyorum, bu tatlı bir hissiyat doğuruyor bünyemde. bulundukları kata doğru çıkarken heyecanım artıyor, kalbimin sesini duyar gibi oluyorum. görüyorum, yaklaşıyorum..

...

ara sokaklardayız, bir mahalle bakkalına götürüyor beni. çok sevineceğimi biliyor çünkü, çocukluğumu koklatacak bana. giriyoruz bakkala, bana gösteriyor cinoları, gözlerim büyüyor o an. nasıl bir sevincin insanı oluyorum tarif edemem size. alıyoruz bir sürü. bakıyorum bu arada raflara, tanıdık başka şeyler arıyorum çocukluğuma dair. işte görüyorum onu da, sulu göz kutusu. oraya da dadanıyoruz, bir sürü sulugöz alıyoruz. 23 yaşımda girdiğim bakkaldan 10 yaşımda kısa pantolonlu halimle çıkıyorum. sanki elimi cebime atsam, misketlerimi bulacağım. öyle bir haldeyim.

bir adet cinoyu paylaşarak yiyoruz mutluluğumla. bir ısırık alıyorum cinodan, gözlerimi kapatıyorum, okul çıkışlarım aklıma geliyor. daha sonra bir öpücük konduruyorum mutluluğuma, bana bunları yaşattığı, çocukluğumu yeniden hatırlattığı için. ellerinden sıkıca tutuyorum, bırakmamaya yeminler ediyorum o an.

ayrılma vakti geliyor. bakıyor gözlerime, öpüyorum onu, gidiyor. bakıyorum arkasından, bakıyor bana. koşarak geri dönüyor ve sarılıyoruz birbirimize yeniden. 'seni seviyorum' diyorum. gülümsüyor öpüyor beni. gidiyor bu kez, gülümseyerek bende geri dönüyorum. ceplerimde çocukluğum, sokaklara karışıyorum. otobüs durağına doğru ilerlerken bir mesaj atıyorum mutluluğuma;

-benim büssürü cinom vay yaaaa (= istey misin?

binalar... yalnızlar ve sanki yalnızlıklarını paylaştığım için bana tatlı tatlı gülümsüyorlar.