birçok meslek grubunun adlandırılmasında olduğu gibi basit bir yapım ekiyle oluşturulmuş, bana göre en şanslı meslek grubudur çiçekçiler. doğanın bize en güzel armağanı olan çiçeklerle gün boyu iç içe yaşamak, onlara dokunmak, onları koklamak, insanların en güzel ve de özel günlerine eşlik etmek görevi onlarındır çünkü.
duygularımızı sözlü olarak ifade etmekten çekindiğimizde onlardan yardım isteriz mesela. bir adet kırmızı gülsen daha iyi ne ifade edebilir ki "seni seviyorum" kelimelerini. veya bir demet kır çiçeğinden daha güzel af dileme yöntemi var mıdır?
çiçeklerin dilinden en iyi onlar anlar. günün önemini söylediğiniz anda size gülden karanfile, krizantemden isyantusa, orkideden papatyaya uzanan bir yelpazeden en uygun olanını bilir, söyler, seçer ve mutlak sonuca ulaşmanızı sağlarlar.
her insanın yeni bir kente taşındığında öncelikli öğrenmek istediği mekanlar vardır. kimisi o ildeki eğlence mekanlarını araştırır, kimisi hastaneleri, kimisi de restoranlarını. benim taşındığım her ilde öncelikle araştırdığım hayatımın devamı için gerekli olan iki mekandan birisi çiçekçidir. diğeri ise kucağımda ki çiçekleri koklayarak içinde rahatlıkla dolaşıp, sayfaları karıştırıp, günün hatta haftanın stresini atabileceğim kitapçılardır. neredeyse her ilde mutlaka bir kitapçı bulunmasına rağmen, birçok kez il değiştirmek zorunda kalan ben, ancak iki şehirde istediğim niteliklere sahip çiçekçi bulabildim. biri hala kalbimin orada attığına inandığım gençlik yıllarımın istanbul'u, diğeriyse son altı yılımı geçirdiğim ülkemin başkenti olan ama benim için hala çocuk zihnimdeki grilikten kurtulamamış ankara.
gerçi istanbul da yaşarken özel bir çiçekçiye ihtiyacım yoktu. iş çıkışı kadıköy iskelesine yürümem yeterli olurdu istediğim çiçeklere ve çiçekçiye sahip olabilmem için. iskeleye yaklaştığım anda çevremi ona yakın çiçekçi sarar, birbirleriyle tartışırken bir yandan da beni çiçek almaya razı etmeye çalışırlardı. hiç bilmediler benim oraya kendi ayaklarımla gittiğimi. onların bu yalancı kavgalarını izlemekten, içten içe zevk alır, mutluluk duyar, aralarında o anki ruh halime uyan demedi elinde tutan kişiye göz kırpar, parayı uzatır, onları tartışmalarıyla baş başa bırakırdım. biraz uzaklaşarak onların yeni müşteriye doğru koşarak yeniden ve de yeniden tartışmalarını izlerdim. kucağımdaki çiçeklerin kokusu eşliğinde izlediğim bu doğal tiyatro sahnesi, üstümdeki tüm stresi atmaya yeterdi.
ankara'ya ilk geldiğimden bu yana geçen zamanda, yaptığımız küçük kavgalar nedeniyle birbirimizi iyice tanıdığımız çiçekçim artık resmen psikoterapistim görevini üstleniyor. haftaya birlikte başlayıp birlikte bitiriyoruz. pazartesi sabahları, bir hafta canlı kalıp moralimi yüksek tutma şartı koştuğum çiçek demetimi buz gibi esprileriyle sunuyor bana. hem çiçek kokusu hem de yaptığı şakaları anlama çabası ister istemez afyonumu patlatıyor ve yüzümde kocaman bir tebessümle yol alıyorum iş yerime. aynı işlemler cuma günü mesai bitiminde bu kez evime götürmek için aldığım çiçek demetinde tam tersi istikametinde sonuçlanıyor. bu kez ben soğuk esprilerim ve kaprislerimle onu şok ediyorum ve birlikte kahkahalar eşliğinde bitiriyoruz haftayı.
bazen, ki bu çoğu zaman çökmüş bir beden ve ruh hali anlarına denk geliyor, ayaklarım kendiliğinden tutuyor çiçekçimin yolunu. başımı yerden onun sesiyle kaldırdığımda anlıyorum ki dükkanın önündeyim.
-yere o kadar bakma, burası kızılay. yerde para bulman imkansız.
-aaa metin! merhaba.
-ne daldın o kadar yahu. görende seni atlas sanacak. sanki dünyayı sırtlamışsın gibi, başın önüne düşmüş. gel içeriye iki dakika dinlen.
-sağol ya, baksana seninde işin başından aşkın. hem evde çiçeğimde var ben yavaştan evin yolunu tutayım.
-yok öyle yağma. bu halinle seni eve gönderirsem, sen sonra acısını kötü çıkartırsın.
-yok ya! o kadar kötü birisi miyim ben?
-sen kendini hiç tanımıyorsun, gel otur bir çay söyleyeyim sana.
mecburen oturuyorum, o diğer müşterilere, telefonla gelen siparişlere, çıraklarına bir taraftan talimatlar verirken bir taraftan da benim için, her zamankinden farklı, en güzel çiçek demetini hazırlamaya girişiyor. diğer taraftan da beni iğnelemeyi unutmuyor tabii ki. hazırlamış olduğu çiçek demetini her defasında hakkından çok daha az fiyata kucağıma tutuştururken her zamanki gibi sinsice gülümsüyor. fark ediyorum ki kucağımdaki çiçek demetiyle birlikte bende gülümsüyorum. kapıdan çıkarken tembihlemeyi unutmuyorum tabii ki;
-metin, bu akşam eve erken git, kucağında bir demet gülle. lütfen eşine hak ettiği ilgiyi göster, tıpkı bizlere yaptığın gibi.
-bir kerede unut şu tembihlemeyi. merak etme bu akşam erken gideceğim, zaten doğuma az kaldı bedenim burada ama aklım onda.
-bu süper, ne zaman doğum?
-az kaldı bugün yarın bekliyoruz. artık üç kişi olacağız.
bu geçen gün yaptığımız son konuşmaydı. bugün artık metinin ailesi üç kişiden oluşuyor. hoş geldin küçük prenses. baban seni çok beklemişti.
yolunuz ankara'ya düşerse veya uzaktan ankara'da ki sevdiklerinize çiçek göndermek isterseniz metin'e uğrayın veya internetten ulaşın. emin olunki verdiğiniz paranın hakkını verecektir. böylece bende yıllardır yarı fiyatına elde ettiğim çiçeklerle birlikte gelen mutluluğumun hakkını vermiş olurum.
[http:acarcicekcilik.com ]
duygularımızı sözlü olarak ifade etmekten çekindiğimizde onlardan yardım isteriz mesela. bir adet kırmızı gülsen daha iyi ne ifade edebilir ki "seni seviyorum" kelimelerini. veya bir demet kır çiçeğinden daha güzel af dileme yöntemi var mıdır?
çiçeklerin dilinden en iyi onlar anlar. günün önemini söylediğiniz anda size gülden karanfile, krizantemden isyantusa, orkideden papatyaya uzanan bir yelpazeden en uygun olanını bilir, söyler, seçer ve mutlak sonuca ulaşmanızı sağlarlar.
her insanın yeni bir kente taşındığında öncelikli öğrenmek istediği mekanlar vardır. kimisi o ildeki eğlence mekanlarını araştırır, kimisi hastaneleri, kimisi de restoranlarını. benim taşındığım her ilde öncelikle araştırdığım hayatımın devamı için gerekli olan iki mekandan birisi çiçekçidir. diğeri ise kucağımda ki çiçekleri koklayarak içinde rahatlıkla dolaşıp, sayfaları karıştırıp, günün hatta haftanın stresini atabileceğim kitapçılardır. neredeyse her ilde mutlaka bir kitapçı bulunmasına rağmen, birçok kez il değiştirmek zorunda kalan ben, ancak iki şehirde istediğim niteliklere sahip çiçekçi bulabildim. biri hala kalbimin orada attığına inandığım gençlik yıllarımın istanbul'u, diğeriyse son altı yılımı geçirdiğim ülkemin başkenti olan ama benim için hala çocuk zihnimdeki grilikten kurtulamamış ankara.
gerçi istanbul da yaşarken özel bir çiçekçiye ihtiyacım yoktu. iş çıkışı kadıköy iskelesine yürümem yeterli olurdu istediğim çiçeklere ve çiçekçiye sahip olabilmem için. iskeleye yaklaştığım anda çevremi ona yakın çiçekçi sarar, birbirleriyle tartışırken bir yandan da beni çiçek almaya razı etmeye çalışırlardı. hiç bilmediler benim oraya kendi ayaklarımla gittiğimi. onların bu yalancı kavgalarını izlemekten, içten içe zevk alır, mutluluk duyar, aralarında o anki ruh halime uyan demedi elinde tutan kişiye göz kırpar, parayı uzatır, onları tartışmalarıyla baş başa bırakırdım. biraz uzaklaşarak onların yeni müşteriye doğru koşarak yeniden ve de yeniden tartışmalarını izlerdim. kucağımdaki çiçeklerin kokusu eşliğinde izlediğim bu doğal tiyatro sahnesi, üstümdeki tüm stresi atmaya yeterdi.
ankara'ya ilk geldiğimden bu yana geçen zamanda, yaptığımız küçük kavgalar nedeniyle birbirimizi iyice tanıdığımız çiçekçim artık resmen psikoterapistim görevini üstleniyor. haftaya birlikte başlayıp birlikte bitiriyoruz. pazartesi sabahları, bir hafta canlı kalıp moralimi yüksek tutma şartı koştuğum çiçek demetimi buz gibi esprileriyle sunuyor bana. hem çiçek kokusu hem de yaptığı şakaları anlama çabası ister istemez afyonumu patlatıyor ve yüzümde kocaman bir tebessümle yol alıyorum iş yerime. aynı işlemler cuma günü mesai bitiminde bu kez evime götürmek için aldığım çiçek demetinde tam tersi istikametinde sonuçlanıyor. bu kez ben soğuk esprilerim ve kaprislerimle onu şok ediyorum ve birlikte kahkahalar eşliğinde bitiriyoruz haftayı.
bazen, ki bu çoğu zaman çökmüş bir beden ve ruh hali anlarına denk geliyor, ayaklarım kendiliğinden tutuyor çiçekçimin yolunu. başımı yerden onun sesiyle kaldırdığımda anlıyorum ki dükkanın önündeyim.
-yere o kadar bakma, burası kızılay. yerde para bulman imkansız.
-aaa metin! merhaba.
-ne daldın o kadar yahu. görende seni atlas sanacak. sanki dünyayı sırtlamışsın gibi, başın önüne düşmüş. gel içeriye iki dakika dinlen.
-sağol ya, baksana seninde işin başından aşkın. hem evde çiçeğimde var ben yavaştan evin yolunu tutayım.
-yok öyle yağma. bu halinle seni eve gönderirsem, sen sonra acısını kötü çıkartırsın.
-yok ya! o kadar kötü birisi miyim ben?
-sen kendini hiç tanımıyorsun, gel otur bir çay söyleyeyim sana.
mecburen oturuyorum, o diğer müşterilere, telefonla gelen siparişlere, çıraklarına bir taraftan talimatlar verirken bir taraftan da benim için, her zamankinden farklı, en güzel çiçek demetini hazırlamaya girişiyor. diğer taraftan da beni iğnelemeyi unutmuyor tabii ki. hazırlamış olduğu çiçek demetini her defasında hakkından çok daha az fiyata kucağıma tutuştururken her zamanki gibi sinsice gülümsüyor. fark ediyorum ki kucağımdaki çiçek demetiyle birlikte bende gülümsüyorum. kapıdan çıkarken tembihlemeyi unutmuyorum tabii ki;
-metin, bu akşam eve erken git, kucağında bir demet gülle. lütfen eşine hak ettiği ilgiyi göster, tıpkı bizlere yaptığın gibi.
-bir kerede unut şu tembihlemeyi. merak etme bu akşam erken gideceğim, zaten doğuma az kaldı bedenim burada ama aklım onda.
-bu süper, ne zaman doğum?
-az kaldı bugün yarın bekliyoruz. artık üç kişi olacağız.
bu geçen gün yaptığımız son konuşmaydı. bugün artık metinin ailesi üç kişiden oluşuyor. hoş geldin küçük prenses. baban seni çok beklemişti.
yolunuz ankara'ya düşerse veya uzaktan ankara'da ki sevdiklerinize çiçek göndermek isterseniz metin'e uğrayın veya internetten ulaşın. emin olunki verdiğiniz paranın hakkını verecektir. böylece bende yıllardır yarı fiyatına elde ettiğim çiçeklerle birlikte gelen mutluluğumun hakkını vermiş olurum.
[http:acarcicekcilik.com ]