işte bütün mesele bu diyesi geliyor insanın. insanın bilincini kazanmaya, kendince bir hayat görüşü oluşturmaya ve kendi iradesiyle bir şeyler yapabilmeye başlamasından sonra "ben ne olacağım?(yapacağım)" sorusunu sormasıyla başlıyor macerası. bu noktada en büyük sıkıntı bariz bir şekilde geleceğin bilinemezliği. aslında "insan 7sinde neyse 70inde de odur" ve "can çıkmadan huy çıkmaz" atasözlerini birleştirerek çok zor da olsa üç aşağı beş yukarı insan kendince kendi hayatı üzerine bir tahmin yürütebilir. yani, muhtemelen şunu yapacağım, şöyle biriyle evleneceğim, şöyle bir maaşım, şöyle bir evim olacak gibi gibi. yine de büyüklerimizin tecrübelerine bakılırsa durum öyle gözükmüyor.

yine büyüklerimizin hep bize tekrarladığı: "ben senin yaşındayken..." kalıbı vardır; bizim çoğu kez işe yaramaz veya elimizden bir iş gelmez kişiler olduğumuzu vurgulamak istediklerinde kullandıkları. haklıdırlar da; şahsen ben 24 yaşındayım, üniversite mezunuyum ama yine de ben şu işi yapabilirim diyebileceğim bir şey yok. durum bu olunca, insan daha bir kaygıyla bakmaya başlıyor geleceğe. ya da şu ana kadar yazdıklarımın hepsi geçersiz, sadece korkak davranıyorum. yani diğer görüşe göre korkak olmanın sebepleri yok ve aradaki farkı bulabilmenin tek yolu denemekten geçiyor. işte bu yüzden cesur olmak zorunda insan, denemek zorunda. çünkü denemeden insan hiç bir şeyin farkına varamaz, herhangi bir şey algılayamaz, hissedemez ve en önemlisi kanaat getiremez. bu yüzden belki de olup olmamaktan, olmayı seçtiğimize(!) göre bir sonraki adım cesur olup olmamayı seçmeye bakıyor.
sanki şahballa yazıyorum sanırsın, varlığı muamma olan öykülere öykünürken. değil en uzun tüyle yazmayı, tüyle yazmayı bilmem. sadece seni düşlerim bilindik duygularda. tanıdık alanlarda. güvenli hallerde. bilemezsin ki korkaklığımın ağırlığından sürekli ortak duygulara dokunmaya çabalarım. kabus olur, rüya olur, sana emanet ettiğim gerçekliğim, cebimde taşıdığım hayallerim olur. hepsi bir ortak bir alan olur yeri geldikçe. yeri gelmese bile cebimde olur. sanki bu ortak alanlarda daha bir çok anlarsın beni, daha fazla seversin. o kadar çok korkuyorum ki, korkumdan ortak alanlara hapsediyorum seni. iyi olmaya çabalıyorum sürekli. beni bil, beni sev, beni koru diye. bir hesaplama hatası gibiyim bu denklemde.
galiba sürekli bir sonuç aramamıza rağmen bulamamamız bundandı.

seni kaybetmenin fermanıydı ortak alanlara hapsetmek. fermanın ilk maddesiydi her durumda sana iyi görünme cabası. işte şimdi şahbal kullanıyorum, damarıma nazikçe daldırdığım ve kanımla yazdığım. ben kendimden bile gizleyebildiğim şeyleri gözlerinden kaçıramıyordum. o zeytin karası gözler ki; cesur ol diyorlardı, boş ver kaygıları diyorlardı, korkmadan kendin ol diyorlardı. beni boğmasından korktuğum bir dürüstlüğe her davet ettiğinde, yani seninle her allah'ın günü göz göze geldiğimde kahramanım olarak korkuyu seçtim ben. korkmak, cesur olmamak değildi, dürüst olmamak da değildi. korkmak seni sevme şeklimdi. yaşamak gibi. inandıklarım gibi.
kaybedecek haddinden fazla şeyim varmış gibi. yine de kaybettim. "bana kaderimin bir oyunu mu bu?"*(*arka fonda çalıyor)

cesur olmak için belkide korku kuyusunun en dibine vurmam gerekiyordu. senden daha derin bir dip olamazdı hayatımda. korkum o denli büyüdü ki artık çok az şey bunu taşıyabiliyordu. o kadar azaldı ki bunu taşıyabilen şeyler, neredeyse cesur biri sayılırım artık. aksak bir cesurluk. korkuyu barındıran bir cesurluk. cesur olmak korkuyu gerekli kılıyor bu durumda. en azından benim için. cesurca bir şeyler icra ederken bile gözlerimdeki korkuyu görebilirsiniz. kendinizi değil.
korkuyla gelen bir cesaretin gücü küçümsenemez sanırım. var mı aksini düşünen, hıımm? peki.

korkmak ya da korkmamak, işte bütün var olmanın gizi. cesurca bakın. ama ne olursa olsun itiraf etmeyin*(*bu cümle stilden esinlendi).