üniversitenin ilk yılında her öğrenci gibi burs arayışına girmiştim. başvurular için doldurduğum formların, muhtardan çıkarttığım ikametgahların, öğrenci işlerinden aldığım öğrenci belgelerinin, transkriptlerin sayısını hatırlamıyorum. fakat ailemle yaşıyor olmam, ailemin dört kişilik olması vs. sebeplerden bütün başvurularım sonuçsuz kaldı. bir gün üst sınıflardan bir arkadaş cydd'ye başvurmamı önerdi. ama ben cydd'nin burs veren, bunun için kendince bazı koşulları olan diğer kurumlardan farklı bir yanı olduğunu -açık söylemek gerekirse seküler bir cemaat olduğunu- düşünüyordum. fakat dedim ki 100 lira lan, 10 kitap, 10 cd, 2 ayakkabı ohooo... zaten ibb bile vermemiş sana, kim verecek? bir de sahip olduğum bir özellik vardı ki, cydd bana asla hayır diyemezdi. yani denemeye değerdi...

annemin bağladığı bebek bezinden, gittiğim okul ve dersanelerin isimlerine uzanan devasa formu doldurduktan sonra mülakata çağrıldım. huylarını suylarını çok iyi bildiğim laik elit teyzeler bana lise inkilap tarihinden birkaç soruyla 'çağdaş türkiye'nin çağdaş geleceğini nasıl kurabiliriz' , 'laik, modern türkiye cumhuriyeti için neler yapabiliriz' diye sordular. mülakatı onların istediği cevapları verebilecek ortalama zekaya sahip bir genç olarak biraz da ikna kabiliyetimi kullanarak geçtim.

aylık toplantılara mazaretsiz katılmama durumunda o ayın bursu 'gecikmeli' yatıyordu. üstüste ikiden fazla mazaretsiz katılmama durumunda bursunuz tehlikeye giriyordu. ilk iki toplantıya katıldıktan sonra mazaret hakkımı kullanmaya başladım. 4 yıl boyunca 5-6 toplantıya katıldım. zaten son yılda toplantı için haber vermez oldular. belki ergenkon davasının başlamasından sonra cydd'nin kurallarında bazı gevşemeler oldu belki de benim bir cydd gönüllüsü olamayacağımı anlayıp üstelemekten vazgeçtiler.

katıldığım toplantılarda ilkyardım, bitkilerin faydaları, deprem ana konularının dışında 15 dakikalık modern, laik türkiye diye başlayan kapanış bölümü oluyor, gündeme nasıl bakmamız gerektiği konusunda üzeri şeffaf örtülü telkinler yapılıyordu. toplantılar dışında sinema, tiyatro, konser ve gezi davetleri geliyordu. nlp semineri, fotoğrafçılık ve ingilizce kursu düzenlediklerini de hatırlıyorum. yani, bir öğrencinin hayatına fazlasıyla sızabilirliği olan faaliyetleri vardı. tüm gözlemlerim sonucunda türkan saylan'ın fethullah gülen'den yöntem konusunda fazlasıyla kopya çektiğini düşünüyorum.

fikirlerimle asla uyuşmayan bu derneğin faaliyetlerinden azami ölçüde uzak kalarak sorunsuz bir bursiyerlik dönemi geçirdim. aldığım bursları da yeri geldi genç siviller'in ofis kirasına, yeri geldi okulda kurban parası toplayan cemaat üyesi arkadaşlara verdim. sakıncalı kitaplar, dergiler aldım. yeri geldi onların tasvip edeceği aktivitelerde harcadım. bugün de türkan saylan'ın evi arandığında, burslar kesildiğinde bir rahatsızlık hissetmedim. hatta benim de şüphelendiğim bazı durumların araştırılacağını düşünerek sevindim.

bunların üzerine vicdanım son derece rahat. çünkü yaptıkları iyilik, verdikleri burs karşılığında benim fikir arazimde diledikleri gibi at koşturma hakkı istiyordu bu fedakar teyzeler. nasıl ki benim 4 yıl önceki düşüncelerim türkan teyze'yi kanun karşısında suçlu kılmıyorsa; şimdi burssuz kalan cydd bursiyerlerinin feryatları bir davanın gidişatına etki etmemeli değil mi?

haa, ileri derecede kanser hastası olan, yumuşak mizacı dolayısıyla insanların sevgisini kazanan modern-laik ve yaşlı teyzelerin herhangi bir suç işlemeyeceği gibi bir kanun varsa ben de sokaklara döküleyim. ama cemaatleşmeyle aynı yöntemlerle cemaatleşerek mücadele etmeye çalıştığı ve ergenekonun genç takımını oluşturmaya soyunmuş olduğu iddia edilen bu dernek, duygu sömürüleriyle sulandırmadan araştırılmalı ve didiklenmeli.

olayı sulandırmak dedim de, çok sevgili fazıl say'ın adı ergenekon davasına bir şekilde karışmış benim için konser vereceğini düşündükçe gülmekten alamıyorum kendimi...