vakti zamanında bilmem ne diyarının üstadlardan daha üstad, fakihlerden daha muteber, sufilerden daha fena olan bir şeyhülislamı varmış. bu kadar üstadlıktan, alimlikten sonra büyük beklenti içinde olan halk, gayet normal olarak şeyhülislama soru sormak için kuyruklar oluşturmuş, birbirleriyle yarışır olmuşlar. sorular peşi sıra geldikçe, şeyhülislam sorulara yanıt vermez olmuş ve bu durum, diyar sultanının kulağına gitmiş. sultan şeyhülislamı çağırıp:
-üstadım... duydum ki, sorulara cevap veremiyormuşsunuz. oysa biz size soruları yanıtlayasınız diye para veriyoruz. nasıl olacak bu iş?
üstad'ın cevabı manidar;
- siz bana bildiklerim için para veriyorsunuz. şayet bilmediklerim için para verecek olsaydınız buna ne sizin ne de kainatın mülkü yeterdi.
insan bilmediğini bildikçe erdem sahibi olsa gerek. hakikat ehli olmak için bilmemek gerekiyor galiba. ya da bu ''mutlak'' bir bilmek aslında, sadece biz farkında değiliz.
-üstadım... duydum ki, sorulara cevap veremiyormuşsunuz. oysa biz size soruları yanıtlayasınız diye para veriyoruz. nasıl olacak bu iş?
üstad'ın cevabı manidar;
- siz bana bildiklerim için para veriyorsunuz. şayet bilmediklerim için para verecek olsaydınız buna ne sizin ne de kainatın mülkü yeterdi.
insan bilmediğini bildikçe erdem sahibi olsa gerek. hakikat ehli olmak için bilmemek gerekiyor galiba. ya da bu ''mutlak'' bir bilmek aslında, sadece biz farkında değiliz.