ne şeytanın ruhunu alması için cazip ne de meleklerin şeytana kaptırmamak için cebelleseceği sıradan mı sıradan önemsiz mi önemsiz nasırından başka derdi olmayan süleyman efendiler var.

süleyman efendi olmak aslında bir kader. bir zaman sonra anlıyor insan herhangibi tarihe geçmiş şahsiyetlerden olamadığını farkediyor.

ne cleopatra, ne julius sezar, ne antonius hatta brütüs bile değil. istede süleyman efendilikten çıkamıyor.

ne şekerli ne kara biberli günler gelip geçiyor, sade damakta bulgur pilavının bıraktığı bir tad bırakıyor.

geberip gittikten sonra insanı kimse hatırlamıyor, aklına bile getirmiyor. gerci normal yaşamda kimse kimseyi bir menfaati olmadan getirmez ki.

akrabalar ölmen için dua eder, dua eder ki üç kuruş miras kalsın kılşebek mobilyadan alınan şabalak mobilyanın taksiti daha rahat ödensin.

üç otuz paraya ömrü hayatın boyunca biriktirdiğin şeyler satılır eskiciye. eskici iyi pazarlık yapar. yapmasına gerek zaten. çükü verdiği meblağ o eskilere semboliktir maksat malı satanın evinde yer açılsın.

rahmetli iyi adamdı derler. rahmet yağmur demektir, rahmetlik o halde yağmurluk mu demek oluyor.

bugünlerde bergmanın filmlerine daldım. beni en çok etkileyen filmi yaban çilekleri oldu yine yeniden.

ecnebi ve orjinal adını vermeyeceğim. vermeme gerek yok çünkü bu yazıda dolgu malzemesi kullanmaya gerek yok merak eden googlelar öğrenir. okuyana şapsal yerine koymanın bir alemi yok.

hangi sözü yazabilirim? yaban çileklerinden devam edeyim. girişte doktor efendi isaak şu kelamı eder;

insanlarla olan ilişkilerimizde, temelde onların karakterini ve davranışlarını tartışır ve değerlendiririz. işte bu yüzden, bu sözde ilişkilerin tümünden kendimi geri çektim. bu benim yaşlılık günlerimi daha da yalnız kıldı. hayatım çalışmakla geçti ve buna müteşekkirim. hayatım ekmek ve tereyağı için yorulmadan çalışmakla başladı ve bilim aşkıyla sona erdi.'

horatiusun düsüncesine cuk oturuyor, odi profanum vulgus et arceo, yani insan sürüsünden nefret ediyorum ve uzak duruyorum düsüncesine.

filmin sonlarına doğru isaak hiç yaban çileği kalmadı der birisi yahut birileri ve siyah beyazda bile hissedilen bir zerafet ve incelik arz-ı endam eyler.

yabançileği....

isveçliler yalnış bilmiyorsamormanda yürüyüş yaptıklarında tek başlarına karşılarına yaban çilekleri çıkınca bunları afiyetle yermiş ve bundan kimseye bahsetmezlermiş. çünkü yaban çilekleri onu bulana bir lütufmuş ve eğer onu başka birine anlatırlarsa büyünün bozulacağını doğa ananın başka bir zaman onlara hava gazı vereceklerini düşünürlermiş.

ne garip... antonius block tüccarların ve muhasebecilerin oyunu satranç ile ölümle al takke ver külahçılık icra ederken eşikte su sözleri söyler;

'inanç taşıması zor bir yüktür.

ne kadar yüksek sesle
çağırırsan çağır...

karanlıktan sıyrılıp hiç
gelmeyen birini sevmek gibi.

burada sen ve kocanla otururken, tüm bunlar gerçekliğini kaybediyor.

aniden önemsizleşiyor.

bu anı hep hatırlayacağım.

sessizliği ve alacakaranlığı.

yaban çileklerini, süt çanağını.

akşam ışığında yüzlerinizi.

uykudaki mikael'i, lir'iyle jof'u.

konuştuklarımızı hatırlayacağım.

ve bu hatırayı ellerimde, yeni sağılmış süt dolu bir çanak
taşırmış gibi, dikkatle taşıyacağım.

ve benim için yeterli bir
işaret olacak.'

üç tür ilkel sarhoşluk vardir;

1- din tefekkure dalip sarhos olmak.

2- alkola dalip kelle olmak.

3- dünya gerceklerine dalip bogusmak.

uygar sarhoşluk ise bunlari basamak olarak kullanip kendini tanima, iç alemine cekilip kendinle sarhoş olabilmektir.

herneyse,

bana müzik dolabı için bir çeyreklik ver.

i understand just how you feel....